Türkiye haritasının kırmızıya boyandığı bugünlerde, nihayet hükümet tarafından  uzunca bir süre tam kapanma kararı alındı.  Geç kalınmış bir karar da olsa, insan “zararın neresinden dönersek kardır” misali umut ediyor, virüsün önüne geçilecek diye.

            Virüsün ilk kez Türkiye’ye tabir yerindeyse ayak bastığı günlerde ne kadar sevinirdik, Türkiye; Çin, Amerika, Amanya, İtalya veya Fransa gibi olmayacak diye.  Lakin yine de çoğundan kontrollu gidiyor Türkiye.

            Kapanmanın fotoğrafını çekmişiz bile...  Büyük kent insanları araçlarına binerek Anadolu’nun hücra yerlerindeki bakir yaylalara gittiler. Kocaman kuyruklar oluşturan o araçlar bize, “Ölümden kaçış” filmini hatırlatır.

            Gerçekten kent insanlarının belli bir süreliğine kenten uzaklaşmaları ve yaylalarda moral bulmaları çok önemlidir.  Kent hayatından, virüsün yaygınlığından bunalan insanlara hak veriyoruz.  Esasında zaman zaman TRT belgesellerinde yayla hayatını görsel yönleri ile, kültürü ve gürül gürül akan suları ile görünce, bu memlekette herkese hayat vardır düşüncesi geçiyor kafalardan.

            Rize’nin çay tarlaları, Abant gölü ve daha nice bakir yerlerin görüntüsü, tam bir doğa harikasıdır.  Kentin yorgun hayatından bulanalan insanların oralara gitmeleri ve doğa içinde kentten uzak yaşamayı tercih etmeleri isabetli bir karardır.

            Yayla tepelerine serpiştirilen ahşap köy evleri, içlerine döşenen el dokuması halıları, her gün elde edilen organik ürünler ve diğer süt ürünleri, hayat için birer umuttur esasında.

            Hani insan zaman zaman hayal kurar ya...

            “Keşke şu yaylalarda bir ömür geçirsem” diyesi gelir insanın.  O köylerde yaşayan insanların yüzlerindeki sağlıklı görüntü, bağda bahçede ellerindeki çapalarla toprağı kazıp ekip biçmeleri ve ürüne katkı koymaları bambaşka bir durumdur. Yayla kadınları fedakardırlar.  Onların iki görevleri vardır.  Birisi çok çocuk doğurmak, diğeri de eşine tarlada ve üründe eşine destek olmak.

            Sadece bunlar değildir yayla kadınlarının görevi.  Anadolu’nun bütün köylerinde, kasaba ve yaylalarında halı dokuyan, el işleri ile büyük uğraşlar veren kadınların en büyük hobileridir bunlar.  Hani taştan topraktan ekmek parası çıkarırlar deriz ya.  Öyle bir durum...

            Bir defasında Basın Konseyi olarak İzmir’de bir toplantıya katılmış, sonra da bize büyük bir tur düzenlemişlerdi.  O anlar, anılarımda kalan güzel zamanlardır.

            Bütün yol boyunca izlediğimiz küçük küçük pazarlar ve el işleri muhteşemdi. Bir de yayla köylerinden birisine uğramıştık.  O yöre insanları adeta kendilerine yeni bir pazar hazırlamışlar.  Bütün el işleri, nakışlar, örtüler, kültürel yemekler ve çağıl çağıl akan pınarlar, adeta bizi oralardan alıp bir başka dünyaya götürdü diyebilirim.  El işleri deyip geçmeyin.  Hem ucuz, hem de zevkle yapılmış nakışlar, masa örtüleri, fiskos ve tabure nakışları şahaneydi.  Hala daha eşim o el işlerini günlük hayatında kullanıyor.

            O nedenle değil mi ki, virüs nedeniyle insanlar kentten yaylaya akın etti.  İstanbul’daki trafik zinciri, o kaçışın bir belgesiydi esasında. Şimdi İstanbul ve büyük kentlerin sokakları sesizlikten tınlıyor.

            Esasında virüs nedeniyle tatil yapamayan kent insanları için de çok büyük bir motivasyon ve çok büyük bir değişiklik oluyor, yaylalar ve yayla evleri.

            Moderen ve teknoknolojinin teslim aldığı bir zamanda, metazori bir tatili hak ettiler esasında. Yaylalarda ve yayla tepelerine serpiştirilmiş ahşap evlerden kiralanacak konaklama yerlerine ulaşmak mümkün olsa gerek.

            Şu tam kapanma sonrasında bir de dönüş başlayacak, süre bitince.  Çok büyük bir moralle işlerinin başına ve evlerine dönecek insanlar, psikolojik olarak rahatlamış ve huzur içinde olacaklar.  İnsan gayri ihtiyari umut ediyor, kent hayatı sonrasındaki yayla hayatının farklılığı içinde bundan sonra virüsten korunmanın şartlarını ve zorunluluklarını.

            Tam kapanma öncesi televizyon ekranlarına yansıyan görüntüler, bize kıpıkırmızı bir Türkiye’yi gösterdi.  İçiçe ve tedbirsiz yaşamın getirdiği virüs yayılması, işte bunlara balip oluyor.

            Merak ediyorum şu tam kapanmadan sonra Türkiye’nin virüs tablosunun nasıl şekilleneceğini...

            Yani kentten yaylaya, yayladan kente...

            Şayet bizim Kıbrıs için yorum yapmak gerekirse, bizim ülkemizin bütün toprakları, köyleri ve sahilleri hepten tatil beldesidir. Pek çok insanın yazlıkları vardır.  Onun da ötesinde mesafelerimiz pek uzak değil.  Yani Ankaralı bir aile Türkiye’nin güney veya Marmaris bölgesindeki yazlık evlerine gidinceye kadar, Kıbrıs insanı bir saatlik zaman diliminde yazlığında oluveriyor.

            Dünkü yazımda da değinmiştim, Kıbrıs’ta yaşamanın bir şans olduğunu.

            O bağlamda Türkiye gerçeğinde kentten yaylaya doğru kaçışın insan psikolojisindeki olumlu etkilerini gözler önüne sermeye çalıştım.