Koronavirüs’ün henüz başı ezilmezken, bu arada bazı bilim adamları içinde yaşadığımız süreci, Dr. Rachel Bronson’un ağzından şöyle tanımlıyor:
“Koronavirüs salgını, ulusal hükümetlerin ve uluslararası kuruluşların gerçekten uyguladığı sona erdirme potansiyeli olan nükleer silah tehditlerini ve iklim değişikliklerini yönetmek için hazırlıksız olduğunun canlı bir örneği olarak tarihe geçti.”
Esasında bilim adamı Dr. Rachel bir yerde insanlığı, yine egolarının bitirebileceğini ima ediyor.
Şayet Koronavirüs’ün mucidi yine insanoğluysa, ki çoğu insan öyle düşünüyor, demek oluyor ki insanı yine insan yok edecektir.
Gelişen teknoloji, kimyasal silah ürünleri, raflara dizilen milyarlarca ilaç ve daha nice insan hayatına giren maddelere rağmen madem koronavirüs gelip bütün insanlığı vurdu ve hala vurmaya devam ediyor, o zaman insanoğlunun Allah’la bir hesabı vardır demektir. Hangi yönden?
Allah’ın bizlere verdiği doğal yiyecekleri kimyasal ilaçlarla bozarken ve insan hayatına kanseri sokarken, büyük savaşlarda yüzbinlerce insan can verirken, prestij, itibar, çıkar kavgaları, bitmeyen toprak hırsları ve daha nice egolar yaşanırken, herhalde asırların basamaklarına yayılan veba ve koronavirüs gibi belalar için Allah şöyle düşünmüştür:
“Size verdiğim bütün nimetlere, huzura, saygıya ve insan gibi yaşamaya rağmen, durduk yerde kendi egolarınız için yaşadığınız toprakları kana bulamanızın, büyük vurgunlarla uyuşturucu belası ile nice gençleri zehirleyişinizin, çıkar kavgalarınının girdabında bir anafor gibi boğulmanızın elbette bir bedeli olmalıdır.”
İnançlar ve düşünceler bazen insana bunları söyletiyor. O görünmeyen büyük güç, o büyük yaratıcı kimdir, şekli nasıldır, insanlığı ve bütün kainatı nasıl böyle bir denge üzerine kurmuş ve canlıları yaratarak üreme, çoğalma ve bunun yanında duygu özellikleri oluşturmuş.
İnsan bunları düşününce, “Herhalde Allah ve bizi yaratan bir güç vardır” diyor.
Bir diğer deyişle kestirmeden, “Madem siz tatmin olmuyor ve kendi kendinizi bitirmek için çeşitli yöntemler deniyorsunuz, ben de size öyle bir virüs atayım içinize ki, kaşıya kaşıya bitiremeyeseniz” demek istemiştir herhalde Allah.
Bunlar faraziyelere dayanan düşünceler olsa da, gerçek gerçektir. İnsanların doğdukları gibi öleceklerini bilmeleri de doğaldır. Kimse de ölümsüz değildir.
Eski insanışlara göre, mesela şamanlardaki dini inanışlara göre, dünya bir öküzün boyunuzu üzerinde dönmektedir. Öküz kafasını salladıkça da depremler oluyormuş. Bu düşünceler içinde çağlar boyunca insanlar her zaman dayanacakları bir güç, sığınacakları bir liman aramışlardır. Şamanlarda som altından yine insanoğlunun yapmış olduğu öküz heykeline ölümüne tapmaları, öyle bir güç aramalarına dayanıyordu.
Antik Yunan çağının en önemli sanal güçleri, her zaman Tanrılar olmuş ve Tanrılar çatışmasından pek çok dramatik olaylar insanların hayatında şekillenmiş tiyatro vasıtasıyla.
Yine de gerçeklere dönelim.
Zaman zaman bazı virüsler dünyada hayat buluyor veya yaratılan virüslerin insan hayatını yok etmek için yine insanoğlu kendi elleriyle insanlığı yok etmeye çalışıyor.
“Küresel ısınma” dedikleri şey, ozon tabakasının delinmesiyle artmaya başladı. Asırlara meydan okuyan kutuplardaki devasa buzullar bile teker teker okyanusların sularına gömülüyor küresel ısınma yüzünden.
Muson yağmurları ve rüzgarları da o doğanın acımasızlığında insanoğluna verilen cezanın görüntüsü var. Depremler de öyle.
Birçok filme konu olan veba salgını, özellikle tarihi filmlerde tematik olarak bayağı işlenmiştir. Bunun örneklerini Charlton Heston’un rekorlar kıran “Allah’ın On Emri” filmi ile “Ben-Hur” filmlerinde görmüşüzdür. Bu tür filmler tümden inandırıcılığa ve yaşanmışlıklara dayandırılarak çekilmiştir. Yani o filmeler bize, “Ey insanoğlu, bilmelisin ki bir zamanlar bir çağın insanları vebadan çok çekti. Bundan sonraki hayatınızı güçlü tedbirlerle idame ettiriniz” der gibidir esasında.
Vebadır, veremdir, çiçek mikrobudur, aidstir, kuş gribi, domuz gribi ve en son da koronavirüs belası gibi başı ezilmez bir düşmanla mücadele...
Şöyle düşünüyorum, bilim insanları kıyamet gününü tartışırlarken...
“Tıbbın bu kadar gelişmiş olduğu çağımızda bilim adamları koronavirüsle baş edemezlerken, tıbbın henüz gelişmediği antik çağda insanlar veba ile nasıl baş etmiş?”
Şayet tıp ve buluşlar bu kadar gelişmiş olmasaydı günümüzde, herhalde dünyanın kıyamet günü çoktan gelmişti. Kaldı ki bazı bilim adamları koronavirüsle başedememeyi, kıyamet gününün arifesi olarak yorumluyor yaşadıklarımızı.
Geçirmiş olduğumuz dünya savaşlarını da bir düşünün...
Hitler diktatoryası kaç yüz bin masum insanın hayatını bitirdi?
Hiroşima ve Nakazaki’ye atılan atom bombaları insanları nasıl cayır cayır yakıp kavurdu ve bir tehdit unsuru haline getirdi. Ve daha nice nükleer silahlar...
Bir zamanlar Çernobil’deki nükleer patlamanın ne kadar insanın hayatını yakıp bitirdiğini düşünün.
Daha da kestirmeden, cennet de cehennemin de dünyada olduğu kanaati hasıl oluyor. O halde “kıyamet gününü” defederek yaşamaya çalışalım ve değişen dünya gerçekleri ile bu badireyi atlatalım diyorum...