MUSTAFA’NIN ANACIĞININ SUÇU NE İDİ ???

Sene 1964 Mayıs ayının ortaları idi. Çağlayanda ki mevzimizde hergün 24 saat nöbet de idik. Her an gelebilecek Rum ve Yunan saldırılarına karşı mukavemet göstermek ve onların Lefkoşanın Türk semtine girmelerini önlemekti vazifemiz.
Son güçlü kalemiz di Lefkoşa. Herkes Mücahit di... Kadınlarımız  canla başla yokluk içinde olan  Küçük Kaymaklı ve Tahta Kale göçmenlerini bir nebze olsun rahat ettirmeye gayret gösterirken, tüm ihtiyaçlı insanlarımızın da dertlerine melhem oluyorlardı.
İşte O günlerde mevzimizden  80 yarda uzakta olan Rum mevzisinin yanından, elinde valizi, birisi bize doğru geliyordu. İngilizlerin (BM) askerlerinin mevzisini geçti, onu beklemeye başladık. Hemen yanımıza gelince durdurduk. Yukarı ikinci kat’a mevzinin oturma odasına getirdi arkadaşlar.
( Türk olduğunu söylüyor... Londra’dan gelmiş. Ailesi Küçük Kaymaklıda imiş.Annesinin yanında ki Kızını almaya gelmiş... )
Adın ne dedim ?
Mustafa dedi.
Londra’da nerde yaşıyorsun?
Clapton da dedi.
Newington Green de ki kahvehanelere gidermisin dedim?
Evet dedi. Hangisine ?
Karabinanın... Kimleri tanıyorsun ? 
Kardeşi Hüseyini, oğlunu, karısını... Tanıyorum.
Buraya nasıl geldin? 
Uçakla, ordan da taksi ile . Beni aşağıda bıraktı ben de yürüdüm geldim.
Çok şanslıymışsın. Daha dün Vehat’ı, o mevziden ateş açıp vurdular.
Küçük Kaymaklı hep kaçtı... Hüseyin Ruso Şehit oldu. Osman Efe onları Hamit köye taşıdı.
Mustafa’nın gözleri dolmuştu. Demek Hüseyin Ruso’yu vurdular?  Çok yazık olmuş. Allah rahmet eylesin. Başka kimler var, kadın, çocuk var mı ? 
Tam olarak bilmiyorum, ama seni Hamit Köye götürünce belki aileni bulur, herşeyi öğrenirsin.
Mustafa’ya çay ikram ettik, artık onun bir Londralı Türk olduğundan emindik. O da bize Benson hedges sigara ikram etti. Biraz daha sohbetden sonra Komutanımız  Bayram ( Al cipi , Mustafayı Hamit Köye götürün, Sen de git onlarla ) dedi.
Hamit Köye geldiğimizde Bir çukurun içine kurulan küçük küçük çadırlar gördük. Yağmurdan  ve çamurdan bataklığa dönüşmüş bir manzara. İnsan gururunu ziyadesiyle rencide edecek bir manzara ile karşılaştık. Ömrümce hiç unutmadım o günkü O acı manzarayı. Bir insan nasıl olurda bu şartlar altında yaşamaya mahkum edilebilir?
Mustafa, daha cipt’en ayağını toprağa basmadan  OĞLUM, MUSTAFAM diye acı bir feryat duyduk... Çamurların arasından, kara çarşaflı yaşlıca bir kadın, bütün gücünü toplamış, cipe doğru koşuyordu... Mustafa ANAM, CANIM ANAM  dedi ve koştu Onu çamurun içinden kucakladı çıkardı. Göz yaşları sel oldu... Öylesine birbirlerine sarıldılar ki, herkes sevinçden ağladı.
Küçücük bir kız çocuğu, o soğuk günün ortasında giydiği , çamurdan rengini kaybettiği beyaz elbisesinin içinde ,yağlı saçlarının birbirine karıştığı, sefaletin azametini tadan ayakkabları çamura, gömüle gömüle BABA , BABA diyerek koşturmaya başladı.  Mustafa, Anasını o çamurun içnde nasıl ,uygun yer bulur kucağından indirir diye gözleri ile yer aradı. O nu büyük bir taşın üzerine indirdi, sonra kendine koşan kızına sarıldı. O nu öptü, öptü... Korkma artık Ben burdayım canım kızım, ben geldim... dedi.
Aslında o günün özeti bu sözlerdi. O kadar güven verici idi ki. Herkes memnuniyetle gülümsemeye başladı, en azından bir aile O insanlık dışı yaşam tarzından kurtuluyordu.
Mustafa ANACIĞINI  Lefkoşa’da surlar içinde bir arkadaşının, yanına yerleştirdi sonra da kızını aldı ve Londra’ya geri dönmeden bize uğradı. Çok teşekkür etti. Ledra Palace otelin önünde ki BM mevzisine gitti ve ordan onu bir Rum Travel acentası teslim aldı... MUSTAFA KIZI İLE BERABER LONDRA’YA GİTTİ. BELKİ’DE O GÜNLERDE TANIDIĞIM EN ŞANSLI İNSANLARDAN BİRİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM. HER AN RUMLAR TARAFINDAN HUNHARCA ÖLDÜRÜLEBİLİRDİ... KİMSENİN O ORTAMLARDA CAN GÜVENLİĞİ YOKTU... YAŞAMAYANLAR O DUYGULARI  BİLMEZLER.
Aradan 2 ay ya geçti, ya geçmedi, Mustafa’nın Annesi, köye kızının yanına gitmeye karar verdi. Girne kapısından bindiği otobüs Mağusa kapısında durdurulmuştu. Herkes otobüslerden indirilmiş, saatlerce ayakta bekletiliyorlardı. Nihatet bir Rum subay geldi ve seçtiği insanları bir cipe koyup alıp gitti. MUSTAFA’NIN ANACIĞIDA VARDI O CİPTE... KİMSELER O GÜN BU GÜNDÜR ONDAN HABER ALMADI... MEZARI BİLE YOK...
HUNHARCA HİÇ SUÇSUZ, ZARARSIA BİR ÇARŞAFLI YAŞLI NİNEYİ BİLE ÖLDÜRMEKTEN ZEVK ALAN BU ZİHNİYET, İŞTE ENOSİS ZİHNİYETİ İDİ.
KİMSELER BANA BU ZİHNİYETİN MASUMİYETİNİ SAVUNMASIN. HELE RUM MECLİSİ HİÇ SAVUNMASIN. YA ENOSİS İSTERLER, YA BARIŞ ve FEDERAL CUMHURİYET. ONLAR MECLİSLERİNDE BU KARARI VERMEZLER ve ENOSİS KARARLARINI HALA DESTEKLERLERSE, MÜZAKERELERİN HİÇ BİR ANLAMI KALMAZ. BİZİM MECLİSİMİZ ARTIK KARAR VERMELİ YUNANİSTAN’A  EYALET Mİ, RUM’A YAMAMI YOKSA YOLUMUZA KKTC OLARAK DEVAM MI?
BU GÜNE KADAR BİZ HEP BM PARAMETRELERİ İÇİNDE ADİL SİYASİ EŞİTLİĞİMİZİN TANINDIĞI, DÖNÜŞÜMLÜ BAŞAKANLIĞIN, TÜRKİYENİN ETKİN VE FİİLİ GARANTİSİNİN SOSYAL ve SİYASAL KABUL EDİLDİĞİ, DÖRT ÖZGÜRLÜĞÜN  TC VATANDAŞLARINA DA TANINDIĞI BİR REFERANDUMA EVET DERİZ.
Peki O zaman sorayım ? MUSTAFA’NIN ANACIĞININ SUÇU NE İDİ?