Son romanım KAZA’da, mitoloji ve efsanelere de epeyce verdim ve bunlarla ilgili olarak özellikle genç okuyuculardan ilginç geri dönüşler aldım. Bu geri dönüşler ağırlıklı olarak beğeni nitelikliydi ama özde bilmemezlik/bilgisizlik vardı ama söylemek istediğim o değil!
Yeni Newyork görüşmesi ve yeni Cenevre var ya! Bana mitoloji ile iç içe geçmiş Pigmallion söylencesini anımsattı. Önce bilmeyenler için o söylenceyi kısaca anlatayım. Sonra da söylemek istediklerimi!
PİGMALİON SÖYLENCESİ
Adamızın ‘Amyantos’ olarak bilinen maden bölgesinde, aşk tanrıçası Afrodit’e saygısızlıkta bulunduklarından onun gazabına uğrayıp fahişelik yapmaya mahkûm olan kadınlar yaşarmış.
Söylenceye göre bunlar, önlerine gelen erkeklerle sevişen, dünyanın ilk fahişeleri!
Değişik söylencelere göre, sanatçı bir Kıbrıs Kıralı ya da Kıbrıslı usta bir heykeltraş olan Pigmalion, nefret ettiği bu kadınlar dolayısıyla evine kadın sokmayarak, hayalindeki ideal kadının fildişinden heykelini yapar.
Pigmalion, çok güzel olan heykeline büyük bir tutkuyla bağlanır ve ona güzel sözlerle ilanı aşk eder. Hatta daha ileri giderek heykele çiçekler sunar, elbiseler giydirir, parmaklarına yüzükler, boynuna ışıldayan gerdanlıklar takar. Heykel güzelleştikçe o kadar güzelleşir ki Pigmalion sonunda onunla sevişir.
Bu arada büyük coşkuyla kutlanan Afrodit bayramı gelip çatar. Aşkı baştacı yapan Kıbrıslılar Afrodit’e allanıp bulanmış kurbanlar sunarlar, tütsüler yakarlar. Pigmalion da saygısını sunmak üzere tapınağa, tanrıça Afrodit’e huzuruna çıkar ve ‘sen ki güzeller güzeli ve aşkların tanrıçasısın; sende yaptığım heykeli mükemmel bir kadına dönüştürecek tanrısal güç vardır; ne olur dileğimi yerine getir’ diye yakararak, heykelini kanlı canlı bir kadına dönüştürmesini diler.
Afrodit aşk tanrıçası ya, Pigmalion’un istediğini ta yüreğinde hisseder; içten yakaran ve derin bir aşkla seven bu adama acır ve isteğini yerine getirmeye karar verir. Tapınaktaki alevler üç defa canlanır ve Pigmalion’un dileği yerine gelir.
Evine koşan Pigmalion, heykele sarılarak onu öpüp okşamaya ve koklamaya başlar. Beden ısınır, yanaklar al al olur, yürek atmaya başlar. Gündoğumunda da gözlerinde kadınlara özgü ürkeklik görülür.
Pigmalion sevgilisine ‘Galatia’ adını verir. Afrodit, Pigmalion ile canlanan heykelinin evlilik törenlerinde hazır bulunur. Genç evlilerin dokuz ay sonra bir oğlu olur. Adını ‘Pafos’ koyarlar.
Şunu da belirteyim: Pigmalion’u, mermere bile can vererek her şeyi yapmaya muktedir aşkın simgesi olarak kabul edenler olduğu gibi, sapık ilişkilerin simgesi olarak da niteleyenler vardır.
RUM TARAFININ, 1960 DEVLETİNİ SAHİPLENMESİNİ
SÜRDÜRÜLEBİLİR KILAN BİR GÖRÜŞME SÜRECİ
Yaklaşık 50 yıldır süren bu günkü görüşme sürecinin, Ada’ya bizim (ya da benim diyelim) anladığımız anlamda eşitlikçi bir federal yapı kurma olasılığının ütopyalaşmakta olduğunu, yıllardır söyleyip yazıyorum ve bana göre şu anda da bu noktaya gelinmiştir.
Peki ama artık malum olan ve iki taraf liderinin söylemleriyle ayyuka çıkan bu duruma karşın Newyork’a neden gidildi ve Cenevre’ye niye gidilecek?
En önemli etken, tarafların masadan kaçan olmamak için direnmeleridir.
Tabii ki Rum tarafı, bu süreci sürdürürken 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ne fiilen sahiplenmeyi her geçen gün daha “sürdürülebilir” yapmakta, Kıbrıs Türk tarafı ve Türk diplomasisi bunu yalnızca seyretmektedir. Hem de bu sürdürülürlüğün kalıcılaşmakta olduğunu göre göre ve bile bile!
Ayrıca, bu süreç, süreçten nemalanan bir sektör yaratmıştır.
Nemalanma yalnız maddi kazanç sağlama değildir. Kariyerde başarılı olma da başka türlü bir nemalanmadır. Düşünebilir misiniz, görüşme sürecinin Kıbrıs sorununu bir yere bağlamasının Eide’ye ya da yeni BM Genel Sekreteri’ne kazandıracağı itibarı ve bunun onların siyasal yaşamına yansımasını?
SONUÇ OLARAK
Daha çok uzatmaya gerek yok! Ne demek istediğimi anlatayım.
Bana öyle geliyor ki, “yeni Newyork” ile “yeni Cenevre”de Kıbrıs’a federal yapı kurulması yönünde sonuç almak için Pigmalion söylencesindeki gibi efsanevi bir Afrodit’e gereksinim vardır.
Böyle efsanevi Afrodit rolüne Sayın Akıncı ile Anastasiades ancak birlikte soyunabilirler. Tek başlarına efsanevi Afroditliğe soyunmak bir anlam taşımaz ve sonuç getirmez.
Ayrıca çağımız dünya düzeninde, dünyayı yeniden biçimlendirecek, bu bağlamda heykeli kanlı canlı güzel bir kadına dönüştürebilecek büyük güçler vardır ama bu büyük güçler, çıkarları öyle gerektirdiği için ya da birbirleriyle çıkar çatışması içinde olduklarından, bunu yapmazlar ve yapamazlar. Kıbrıs için hiç yapmazlar ve yapamazlar, çünkü efsanevi Afrodit’in özünde, onlarda olmayan aşk ve tabii ki estetik/güzellik vardır.
Yani sözün kısası, “yeni Newyork” ile “yeni Cenevre”den bir şey çıkacağı yok! Kimse boşuna ümide kapılmasın!