Çok değerli dostum sevgili Saffet Soykal’ı maalesef 82 yaşında kaybettik. Onun gidişiyle birçok anılarım canlandı gözlerimin önünde. Yılların acımasızlığı içinde kendini yetiştirmiş bir gazeteci ve televizyon yapımcısı Saffet Soykal, bana göre, bugüne kadar gelmiş geçmiş en büyük gazeteci-yazar ve yapımcıydı.
O büyük insan arkasında binlerce yazı ve yorum bırakmıştır. O yorumların başında da Rumcaları gelirdi. Özellikle günlük Rumca gazeteleri, doğallık içinde anında okur ve Türkçeye tercüme ederek yorumlarını yapardı. Kolay mıydı yabancı bir basının yazılarını anında okuyup yorum yapmak? Hiç de kolay değildi. Hatta pek çok insan onun için, “Rumcası en az Türkçe kadardır” derlerdi.
Gerçeği söylemem gerekirse, onun doğal yapısı içinde Genç TV’de yapmakta olduğu Türkçe ve Rumca yayınlara bayılırdım. Daha pek çok insan aynı duygular içinde yorumlarını izlerdi.
O yorumlardında çok önemli bir özellik saptamıştım. Katıksız milliyetçiliği, dürüstlüğü, kabul edilmezlere karşı duruşu ve isyanı... Onun o tavırlarının direk hedefi, yıllarca Türklere kök söktüren ve ambargolarla köşeye sıkıştıran Rumlardı.
Saffet Soykal kardeşim o yorumları yaparken bir defasında, sırf Türklere yapılan haksızlığı dile getirme adına şöyle bir ifade kullanmıştı Kıbrıs ağzıyla:
“Ne ya guzzum... Siz cansınız, biz de patlıcan, öyle mi? Yemezler guzzum yemezler!”
O argovari yorumlar onu hem yüceltti hem de son vaktinde ünlü yaptı.
En büyük tepkisi, onun programlarını geç vakte almalarıydı. Bir akşam yine böyle bir durumla karşılaşınca, canlı yayında rejiye verip veriştirmişti. Tabi onun bu tavırları, çalıştığı televizyon kanalınca da sonlandırmasına neden olmuştu.
Toplumda bazı tipler vardır ki, birisi elinden tutup film çevirtse, eminim ünlenir ve şöhreti yakalar. Ben şahsen rahmetlik Saffet Soykal’ı, öyle bir yetenek içinde gördüm. Lakin elimizden birşey gelmiyordu.
Nitekim Beyaz Show’un yapımcısı Beyazıt, onun canlı yayındaki cesur ve biraz da trajikomik hallerini görünce hemen bu işe el atıp onu kendi programına konuk etti. Muhtelif defalar onunla konuştu ve halkın önüne çıkardı. Bir de bakmışız, Saffet Soykal’ıı bir yılbaşı programında ünlü manken Deniz Akkaya ile aynı masaya oturtmuş ve geceyi öyle tamamlamıştı.
O işin devamı gelir miydi? Gelmedi maalesef. Ama o anılar da, Saffet Soykal’ın anı dağarcığına giriverdi. Hatta onun için “Geç gelen bir şöhret” ifadesini de kullanabiliriz. Galiba onun en büyük şanssızlığı, böyle küçücük bir adada doğmuş olmasıydı. Belki büyük bir kentte doğsaydı, sözünü ettiğimiz o şöhreti de tam anlamı ile yakalardı.
Hani biz emekli memur ve gazeteciler zaman zaman Atatürk Meydanı’nda buluşup tavla muhabbeti yapar, uzun uzun da güncel konuları tartışırız. Saffet Bey kardeşimle hemen hemen her gün o meydanda buluşur, o tatlı sohbetlerinden ve şakalarından nasibimizi alırdık.
Ne mutlu bana ki, “Dr. Fazıl Küçük’le Geçen Günlerim” adlı kitabıma onun bir yorumunu almıştım. Onun yorumu, Halkın Sesi Gazetesi’nin 40’ncı yaşında özel sayısında yayınlanmış ve ben de o yorumu kitabıma almıştım. Üstelik onun resmini de yazının yanında basmıştım. Ne kadar mutlu olduğunu size anlatamam.
Sanırım Saffet Soykal yaşamı boyunca tek bir kitap yayınlamıştı. O kitabını bana imzaladığında bir nefeste okumuş ve onun hayatının derinliklerine inmiştim. Gerçekten onun hayatı acılarla dolu bir hayattı. Küçük yaşta annesini kaybetmesi, üvey annesi olan öz teyzesi ile yeni bir hayata başlaması ve yeni üvey kardeşler edinmesi, onun psikolojik olarak sağlıklı yaşamasına yetmedi.
Kitabını yorumlarken hep bana bunları uzun uzun anlatır, hatta rahmetlik babasının biraz da kendisine karşı acımasız olduğundan söz ederdi.
Bazen kullandığımız bir ifade vardır yazarlıkla ilgili.
“Yazarın yazdığı kendi derdidir” deriz.
İşte onun yazdıkları da kendi derdiydi.
Bunları anlatırken dahi gözleri dolardı. Hayat ne kadar acımasızdır. Saffet Soykal acılarla buralara kadar geldi ve arkasında çok derin izler bıraktı. İleriki yıllarda evlenip üç tane evlat sahibi oldu. Ayrıca evlatları ona iki tane de torun getirip onu ve eşini mutlu etmişlerdi.
Saffet Soykal’ın acıları bitti mi? Bitmedi maalesef. Emeklilik döneminde eşi ile mutlu bir sohbahar yaşayacakaları zamanda, eşi maalesef o mendebur hastalığa yakalandı ve hayata veda ederek onu hayat yolunda “yarım” bir Saffet Soykal olarak bıraktı. Gerçek öyle değil mi? İnsanın hayat arkadaşı erken yaşta göçünce, arkada kalan yarım bir yaşam sürmez mi? İşte Saffet Soykal kardeşimin hayatı da böyle sürdü gitti.
Son altı aydan beri sağlığının pek de iyi olmadığını, artık hergün meydana gelmemesine başlamıştık. Sık sık hastaneye girip çıkması ve neticede hayatına son noktayı koyması, kötü bir sürpriz olarak kendini gösterdi.
Saffet Soykal’ı şu daracık köşe yazıma sığdırmam mümkün değil. Bir Kıbrıs insanı olarak o duayen gazeteci-yazar Saffet Soykal’ı asla ve asla unutmayacak ve her zaman onu kalbimizde yaşatacağız.
Allah’tan on gani gani rahmet, yaslı ailesine başsağlığı dilerim.
Yattığın yer cennet olsun sevgili dostum Saffet Soykal... Güzel ve huzurlu uyu, yattığın yerde...