SANATA YATIRIM

            Dünya var oldu olalı hayat gerçeğinde üç şey vardır.  Bunlardan birisi doğmak, diğeri sanat, bir diğeri de ölmektir.  Bu üç gerçeği soyuttan somuta geçirmek için gelmiş geçmiş hayatları, acıları, sevinçleri, mutlulukla mutsuzlukları irdelememiz ve araştırmamız lazım.

            Bu üç şeyin hangisi yanlış veya gerçek dışıdır?  Değil.

            Zaman zaman ülkeler çatışmasında meydana gelen büyük kayıplar ve kayıplarla beraber mahvolan kentler ve insanlar, bir an geldiğinde “Değmezmiş savaşmaya vaya bir toprak veya bir çıkar üzerine kavga etmeye” diyebileceklerdir.

            Esasında hayata sanatsal gözle bakmak lazım.  Estetiğin insan hayatında ne kadar önemli olduğunu, henüz kendimizi yeni yeni keşfetmeye, yani doğumdan sonra yürümeye, çevremizi tanımaya, güzel giyime, resimlere ve boyaları tuvallere ve kağıtlara sürmeye başladığımız zaman anlarız.

            Şöyle kendi hayatımın sahnelerini gözlerimin önünden geçirirken, aklımda nelerin kaldığının muhasebesini yaparım, zaman zaman...

            Örneğin ninemin kilim ve dokuma tezgahının dişleri arasında şekillenen iplikler, elle örülen trikolar, ipek kozaları ve kozalardan yapılan çiçek resimleri ve şekiller.

            Bir de ekin başaklarından türlü türlü destelerin oluşturulup duvardaki çivilere asıldığına tanık olurdum.

            İlkokulun ilk tarih dersinde aklımda kalan taş devrinin ilk insanlarının duvarla çizdikleri resimleri ve ta günümüze kadar ulaşan mağara çiziklerinin kalıntıları...

            Moda niçindir?

            Moda insan giyiminin ve insan vücudunun estetik olarak bir özellik kazanmasıdır.

            Moda da her zaman kendi dönemi içinde kendini var etmiştir.  Bunun adı da “giyim sanatı”dır.

            Özellikle kırsal yöre insanlarının nakışlı ve basmalı, hatta bindallı uzun giysileri, bölgesel yapı içinde kendini göstermiştir.

            Tabii ki resim ve sanat...

            Yani diyeceğim şudur!

            İnsan hayatında her zaman sanat vardır ve var olmaya da devam edecektir.  Doğumla ölümün kesiştiği noktada  kalan sanat gerçeği.

            Geçenlerde bir haber okumuştum, dünyadaki sanat gelişmeleri ve sanata yapılan yatırımlar üzerine.  Hayli ilginç bir araştırma yazısıydı...

            Danışmanlık şirketi Delotte’nin hazırladığı, bu yıl yayınlanan “Sanat ve Finans” raporuna göre, varlıklı kişilerin sanata ve koleksionculuğa yönelmeleriyle servetlerinin 1.44 trilyon dolara ulaşmış.  Genç koleksiyonerlerin özellikle NFT’ye güçlü bir ilgi duydukları da anlatılıyor o sanat raporunda.

            Esas mesele sanata yatırım yapmaktır.

            Belki şöyle düşüneceksiniz...

            “İnsanlar ekmek parası bulmazken sanata yatırım mı yapılır?”

            Vurgu yapılan kişi veya kişiler, paraya doymuş, dünya görüşüne sahip, sanata ve estetiğe düşkün inanlardır esasında.  Elbette ki fakir insanlar bir hayat kavgası verirler.  Lakin sanat, onların da hayatlarında vardır.

            Unutmayın...   Dünyadaki en önemli ressamlar aç ve parasız ölmüşlerdir.  Van Gogh, bir bardak şaraba resim yapardı.  Fikret Mualla’nın resimleri yıllar sonra ortaya çıkınca bu ünlü ressamın resimleri de para yapmaya başladı.  Ondan öte Ahmet Hamdi’nin ünlü tabloları bugün hala kocaman bir servet niteliğinde.

            Leonardo da Vinci’nin tablo ve heykelleri de hala servet niteliğindedir.  Neden hala onun Monalisa tablosuna paha biçilemiyor?

            Türkiye’de de pek çok koleksiyoner vardır.  İlk aklıma gelen kişi, rahmetli Sakıp Sabancı’dır.  Hatta kendisinin ölmezden önce oluşturduğu “Sakıp Sabancı Müzesi” var İstanbul’da.  Sabancı çok kazandı, çok büyük servet sahibi oldu ama sanata da, sanatçıya da sahip çıktı.

            Evvelki gün Yakın Doğu Üniversitesi’nin son açılan sergisini ziyaret ettim, YDÜ Hastanesi kompleksi içerisindeki galerisinde.  Yine Türki Devletlerinden gelmiş ve tuvallerde harikalar yaratmış ressamların şahane resimleri vardı.  Hem klasik, hem de modern.

            Şu koronavirüs belasından maalesef hiçbir sergiyi izleme şansım olmadı.  Hani derler ya, “Artık kabuğumuzdan çıktık” diye.  Ben de, bitti, bitmek üzere olan koronavirüs faslından sonra kendi kabuğumdan çıkarak sergileri izlemeye gidiyorum.

            Hani “sanata yatırım” temasını işliyorum ya...  YDÜ’nün galerisinde en çok dikkatimi çeken sanat eserleri, bronz ve tunçtan yapılmış değişik figürlerdeki heyekellerdi.  Yaklaşık üç metre yükseklikteki “Suat Günsel Heykeli” muhteşemdi diyebilirim.

            YDÜ’nin Kurucu Rektörü Dr. Suat Günsel, sanat ve yaratıcılıkta da kendini gösterdi. O da, devamlı sanata yatırım yapıyor.  YDÜ’nün kampüsüne girdiğinizde her açıda ve her noktada heykel ve değişik sanat eserlerini görmeniz mümkün.

            İşte sanata yatırım da budur.  Dünyada savaşlar olsa da sanat her zaman vardır ve var olmaya devam edecektir.  Hatta sanatın bir “barış ve kardeşlik” aracı olduğunu da söyler bazı sanat uzmanları.  Yani sanatın evrenselliğinde dinler ve diller ötesinde bir hayatın varlığı...