VAKIFLAR VE KİLİSELER

Vakıflar İdaresi’nin son açıklamaları, KKTC sınırları içinde bulunan hristiyan ibadet yerlerinin Vakıflar İdaresi’nce restore ve bakıma alınmasına dairdir.

            Genellikle din, Allah’a giden yol olarak yorumların bazı din adamlarınca.  Veya insanoğlunun yolu ve hedefi birdir, o da “Allah”tır, şeklindedir.

            Şayet 1958 yılında göç etmek zorunda kalan bazı karma köylerdeki Türklerin çektiklerini ve arkada bıraktıkları ibadet yerlerini saymayacak olursak,  tamı tamına 57 yıldan bu yana Rumlar tarafından yakılıp yıkılan pek çok camimiz, mescit ve Türk eserlerimiz olduğunu görürüz.

            Esasında burada bir kıyaslama yapmak lazım...

            Biz Türkler ne kadar acı çekersek çekelim, kesinlikle tek bir kiliseye veya Rum ibadet yerine zarar vermedik, bilakis koruduk.  Özellikle güneyden kuzeye geçen Türklerin yerleştikleri bölgelerde cami yerine kiliseleri ibadethane olarak kullanmaları, bir din ve ahlak gereğidir.

            Vakıflar İdaresi’nin açıklamaları da bir insanlık örneğidir.  Mesela Apostolos Andreas’ın restorasyonuna, tamı tamına iki buçuk milyon euro harcandığı yönündedir.  Buna ilaveten daha da başka kiliselerin restorasyon çalışmaları da yapıldı ve yapılmaya devam ediyor.

            Vakıflar bir hayır kurumudur. İnsanlığa hizmet eder.  O bağlamda Vakıflar, kendi ilkeleri içinde atadan kalma nizam ve kurallar ve din ahlakı kapsamında kiliselere sahip çıkıyor.

            Nerden gelmişse aklıma, şu pandemi döneminde beşinci romanımın temasını, 1871’de Osmanlıların adayı terketmeleri ve adanın İngiliz idaresine geçişine ve insanların iç kavgalarına ve milli duygularının bastırılmasına yönelik olarak seçtim.  O nedenle şimdilerde Kıbrıs Türkünün hayatında Vakıfların ne kadar önemli bir kurum olduğunu, aşk, kültür, örf, adetler ve milliyet kavramlarının örgüsü içinde bu romanı yazmaya başladım.  O nedenle şimdilerde, Vakıfların geçmişini ve yaşanmış hayatları didik didik ediyorum.  O bağlamda hayli de belgesel bir roman olacak diye düşünüyorum.

            Bu amaçla internetten bazı bilgilere ulaştım...

            Ulaştığım bilgiler bana, Kıbrıs’ta Osmanlılar döneminde tamı tamına 2222 adet vakıf kurulduğunu verdi. En ilginci neydi bilir misiniz?

            “Sultan Selim Han Vakfı”nın kuruluşu...

            Malum Kıbrıs, Sultan Selim zamanında fethedildi ve onun adına da bir vakıf kuruldu.  Bunun yanında Lala Mustafa Paşa Vakfı, Aya Sofya Vakfı, Lefke Kadısı Mevlana Muhittin Vakfı, Mescid-i Şerif Vakfı ve dahaları...

            Bir de o listede şu dikkatime geldi.

            “Ayazma Kilisesi Mütevellisi adına kurulan Vakıf.”  Bu vakfın kuruluş yılı  1594’tür.  Sultan Selim Han Vakfı’nın kuruluş tarihi de 1587’dir.  Yani Osmanlıların Kıbrıs’ı fethedişlerinin hemen ardından kurulan vakıflar...

            Ayazma Kilisesi adına oluşturulan vakıf, ilk ve son gayri müslüm vakıftır, Vakıflar İdaresi kayıtlarına göre.

            Bütün bölgelerde yapılan vakıflar, ya evlat okutmaya, ya geliri ile fakirleri doyurmaya, ya da vakfedenin ruhuna her yıl mevlitler okutulmasına yönelik hayır kurumlarıydı.

            O çalışmanın içinde Maraş da var.  Maraş’ın büyük bir kısmının sahibi, yine Vakıflar İdaresidir.

            İngilizler adaya çöreklendiklerinde bir anlaşma imzalamışlardı vakıflarla ilgili.

            Vakıf Mallarını, yine Vakıfların kendi kanun ve nizamları çerçevesinde idare edecekler ve bu kurum, Osmanlı’daki yapısı içinde yaşamaya devam edecek.  Ama gelin görün ki İngilizler, hiç de attıkları imzaya sadık kalmadılar ve pek çok Vakıf malını, ya kiliseye, ya da Rumlara dağıtmıştır.  Vakıflar Kanunu, vakfedilen malların satılamayacağını, kişilere hibe edilemeyeceğini ve başkasının üzerine tapulanamacağını öngörür. İşte İngiliz öylesine bir tutum ve ihanet içinde idare etti yıllarca Vakıfları da, bu adayı da.

            Vakıflar İdaresi ise Rumların kiliselerini bile restore etme yönüne gidiyor ve insanlık örneği gösteriyor hala.

            Bir zamanlar elime bir Osmanlı fermanı geçmişti.  Zaman içinde o fermanı herhalde göçmenliğim esnasında kaybettim.  O ferman, İstanbul padişahının gönderdiği bir fermandı ve o fermanla birlikte ne bileyim kaç bin altın gönderilmiş sırf gayri müslümlerin kiliselerini tamir etmek için.

            Osmanlı’nın Kıbrıs’ı fethinde ilk fermanında, “Kesinlikle gayri müslümlere dokunmayacaksınız, onların ibadethanelerini kuruyacak ve onlara zarar vermeyeceksiniz” mealindeydi.  Hatta Lapta’daki kiliselerin tamir için de o fermanda madde vardı.

            Bazen insanın isyan edesi gelir şu Abdulhamit döneminin zavallı padişahlık acizliklerine.  Kıbrıs’ın İngilizlere kiralanması ve Lozan Anlaşması ile Kıbrıs’ın tamamen İngilizler’e bırakılmasına isyan eder oluruz.

            Gerçekte tarih göstermiştir ki biz Türkler, her zaman erdemli ve vicdanımızla hareket etmişiz, lakin Rumlar hep hınç ve nefret duyguları ile hareket ederek kendi çıkarlarını düşünmüşlerdir. 

            Uzun zamandan beri Maraş’taki Vakıf malları konusu ortalarda dönüp duruyor.  Ta Denktaş Bey zamanında bu konu sürekli gündemdedir.  Yarın bütün Osmanlı tapu defterleri açılınca ne halt edecek Vakıf mallarını İngilizler ve kilise marifeyle üzerlerine geçiren Rumlar.  Yani büyük bir savaşa hazırlanmak zorundayız. Budan sonra belgeler ve tapular konuşacak.  Ne olursa olsun.  Yeter ki Vakıf mallarını koruyalım ve Rumların elinden kopartalım.

            Gerçekten Vakıflr İdaresi’ni iki yönü ile kutlamak isterim.  Bunlardan birisi insanlık görevini din, dil ve milliyet farkı gözetmeksizin kiliseleri tamir ve restore etmesinden ötürü, diğeri de ada üzerindeki bütün Vakıf mallarını belgeleyip gün ışığına çıkarmaya başlamasından ötürü.