Nedense bu tür yazılarımı, okullar açılırken ve kapanırken yazıyorum.  Bu tür yazıları yazmamdaki amaç, öğrenci-evebeyn ilişkilerini irdelemek ve psikolojik etki ve tepkileri ortaya koymak.  O bağlamda, içinde bulunduğumuz dönem itibariyle, bugün kapanmak üzere olan okulların tatil başlangıcında öğrencin başarıları veya başarısızlıkları söz konusu olduğu için dikkate getiriyorum,  ebeveynleri dikkatli olmaları için.

            Bir koca yıl daha geride kaldı öğrenciler için.  Bütün yıl boyunca kendilerini derslerine vererek, başarılı bir karne almak için uğraştılar didindiler.  Ve öğretim yılının sonuna geldiler.

            Bir ders yılının bitmesinin ne demek olduğunu bütün insanlar bilir ve hatırlar.  Özellikle karnelerin alındığı o son gün var ya, işte mutluluğun en üst noktasıdır o.

            Öğrencinin başarı ve başarısızlık grafiğine de değinecek olursak, başarısız öğrencilerin karnelerinin kırık notlarla dolu olduğunu da görmemiz mümkün. Bu durumlarda öğrenci ile ailesi arasında büyük çatışmalar başlar.  Hatta bazı aileler, maalesef evladına ceza uygular.  O cezalar ne olabilir?

            Mesela harçlık kesme... Veya “Şuraya gitmek yasak” deme.  Başka ne olabilir?  “Sana vaad ettiğimiz bisikleti almayacağız, ta ki eve güzel bir karne getirinceye kadar” gibi...

            Gerçekte o karne öğrencinin kırık karnesi değildir.  O karne, anne babanın karnesidir.  Lakin o karneyi anne babalar katiyen kendilerine yorumlamazlar, hep evlatlarını suçlarlar.

            Karnedeki başarısızlıkları çocukla ebeveyn arasında bölüştürürken, suçlu aramak yerine, bir yerde olan ve görünmez gibi bakılan bir eksikliği ifade etmeye çalışıyorum.

            Yani o karnenin kırık gelmesinin kökünde bir anormallik veya bir eksiklik, hatta bir fazlalık vardır diye düşünüyorum.

            İş “eksiklik veya fazlalalık” konusuna gelince, sanırım bazı hatalar da kendini gün ışığına çıkartır.

            Hani derler ya, “Herşeyin bir zamanı vardır ve herşey de dozunda olmalıdır” diye.

            İşte o bağlamda belki de hatanın bir tanesi o eksiklik veya fazlalıktır.

            Ta anaokulundan başlayan eğitim, her zaman sosyal hayatın ekonomik ölçüleri içinde sürmelidir.  Örneğin ilkokul birinci sınıftaki bir çocuğun günlük alması gereken harçlık beş veya on lira ise ve anne baba o çocuğa yirmi veya otuz lira verirse, hatta daha da cömertçe elli veya yüz verirse, o çocuk nasıl olur ve nasıl gelişir bilir misiniz?

            Bol paralı bir ortamda okuyan çocuklar genellikle doyumsuz olurlar.  Hiç istekleri ve heyecanları bitmez.  Kaldı ki bütün hayatı boyunca o doyumsuzluk, onu başarısızlığa götürür.  Ve bu durum, paranın nasıl kazanıldığının bilincinden yoksun bir yapı, öğrenci üzerinde kendini gösterir.

            Mesela ortaokul çağlarında bir babanın oğluna araba öğretmesi de yanlıştır.  Araba tutkusu çocuk yaşta başlayınca, ileride ailenin başına çok büyük bela olduğu gibi, evladın hayatı da tehlikelerle dolu olur. Veya babası şöyle diyebilir evladına.

            “Oğlum okulun kapansın, sana araba kullanmasını öğreteceğim” diyebilir.  O da yanlış.  Herşeyin zamanı var dediğimiz gerçek oradadır.

            O başarısızlık grafiğine bir de “eksikliği” ekleyelim isterseniz.

            Sevgiden yoksun bir çocuğun karnesi de kırık olur.  Öyle babalar vardır ki, katiyen evladının tek bir saçının teline elini sürmemiş, aile içindeki otoritesini korumak adına, o “mağrur” duruşunu sürdürmüştür.  Genellikle öyle babalar, evladına parayı da kısarlar.  “Ben babayım, ben şöyleyim, ben ne dersem o olur” derler de, evlatlarının psikolojik durumlarını hiç düşünmezler.

            Bu eksiklikler, bazen  çocukta olumlu etki yapar.  Babadan nefret ederek kendilerini var ederler.

            Geçenlerde iki kardeşin hayatını anlatan bir mülakat vardı Hürriyet Gazetesi’nde.  Tam olarak isimlerini hatırlamıyorum ama, anne babaları tarafından dışlanan, hatta evden bile gitmeleri istenen o evlatlar, nasıl kendilerini var etmişler o dışlanmışlar.  Hatırladığım kadarı ile “Sarelle” çikolatalarının üreticileriydi o iki kardeş. 

            Hayatlarını anlatırlarken, o dışlanmadan ne kadar etkilendiklerini ve çaresiz kaldıklarını  anlatmışlardı.  Hem de babaları ünlü bir tüccar olmasına karşın.

            Yani birisini yok etmeye çalışırken bazı anne babalar, gerçekte onları var ederler.

            Bunları örnek olarak veriyorum.  Bence evebeyn-evlat arasında en büyük araç, güven duygusudur.  Daima evladına güvenen ve güvendiğini ifade edip, bunu sevgi dolu hareket ve sözlerle pekiştiren aileler, bütün bu davranışlarının ödülünü, evlatlarının güzel karnesinde ve üniversite diplomalarında alırlar.

            Kısacası okullar kapandığı zaman kırık karne ile gelen evlada yüklenmemek lazım.  Özellikle ergenlik çağındaki evlada.  O bakımdan bunları düşünerek anne-baba-evlat ilişkilerini düzenlemek gerekir ve çok da dikkatli olmak icab eder diyorum hatta.