Geçen Perşembe ve Cuma günleri (21-22 Ekim 2021), Arabaahmet Bölgesi’ndeki Kültürevi’nde çok önemli bir kongre vardı.  Kongre’nin ismi, şöyle konmuştu program ve bilgi kitapçığına:

            “9. Uluslararası Türk Kültürü Kongresi-Yurt Dışı Türk Kültür Varlıkları KIBRIS”tı.

            Organizeyi yapan da, Ankara’daki Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığıydı.

            Takriben üç ay kadar önce Ankara’dan gelen bir talep üzerine, ben de bir sunum yaptım, naçizane bir ifade ile.  Benim gibi nice değerli hocalar ve profesörler bu kongrede konuşmacıydılar.

            Oturum başkanlığını Prof. Dr. Ulvi Keser Hoca yaptı.  Tüm kongredeki konuların başlığını buraya alsam, herhalde gazetedeki köşem buna yetmez. 

            Bizim oturumda konuşmacılar beş kişiydi.  Sadece bu beş kişinin sunum başlıklarını vererek yorumumu yapacağım.

            Tema, “Kıbrıs Kültürü” üzerine olunca, pek çok malzeme çıkıyor ortaya. 

            Prof. Dr. Recep Boztemur, “KKTC’de Modern Devlet ve Siyasi Kültür Mirası” başlıklı sunumunda, o kadar güzel şeyler anlattı ki, bilmeyenlerin “Bunlar da mı vardı?” diyesi gelir.

            Konuşmacılardan birisi de Doç. Dr. Nazım Beratlı idi.  Onun sunumu da, “Kıbrıs’ta Teknoloji Kullanımının Politik Düşünceye Etkisi” başlığını taşıyordu.

            Eski Yüksek Mahkeme Başkanı değerli dostum Taner Erginel ise, bayağı derinlemesine irdelediği Kıbrıs sorununa ilişkin bir sunum yaptı.

            Taner Erginel sunumun başlığını şöyle attı:

            “Kıbrıs Sorunu ve Çözüm Yolları.”

            Sabahattin İsmail arkadaşımızın sunumu da hayli ilginç bir konuydu.

            Malûm Sabahattin İsmail de iyi bir araştırmacıdır.  Yapmış olduğu araştırmalarla zenginleştirdiği sunumunun başlığı ise şöyleydi:

            “Atatürk’ün Kıbrıs’ta Türk Dili ve Kültürüne Verdiği Önem.”

            Ne kadar ilginç değil mi?

            Kaç kişi biliyor bu durumu?

            Sanırım araştırmacıların bu tür çalışmaları belgelenince öğreniveriyor insanlar Atatürk’ün Kıbrıs’a bakış açısını.

            Kendi sunumuma gelince...

            Bu kongrede sunum yapmam istenince nedense ada yaşantısında dillerin etkileşimleri ve ulusalcılık geldi aklıma.  Yani o mücadele yıllarımızdaki açmazlarımız ve zor yıllarımız...

            Sunumumun başlığını şöyle koymuştum:

            “Karma Yaşantının Dile Yansıması ve Biçim Değiştirmesi (Dil ve Ulusalcılık Kavramı).”

            Sanırım neyi anlatmak istediğimi anlamışsınızdır bu kongrede.

            Çıktığımız o uzun yolda, Rumların ENOSİS hedeflerine karşı bizlerin ortaya koymuş olduğu hedef de TAKSİM’di.  Bu iki kavram ve hedefin içinde ulusalcılığın dile de yansı vardır.  Sadece dile değil, insanların psikolojilerine de yansımıştır, bu durum.

            Tarihi okuyanlar anımsayacaklardır katıksız Türk ve katıksız milliyetçi olan Türklerin yaşantılarında Rumca dilinin ne denli etkili olduğunu ve kalıcı hale geldiğini.

            Geçmişte yazmış olduğum kitaplarımda bu yaşananları belgelediğime inanıyorum. Hangi anlamda?

            Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu döneminde adaya gelen ve Türk Gençlik Örgütünü organize eden, örtülü kadınlarımızın başlarındaki çarşafı atmaları ve Rumca konuşan Türklere para cezası kesilmesi konusunda hayli iddialı ve ısrarcı tutumu ile dikkat çeken Celâl Hordan...

            Kongrede sunum malzemesi yapmış olduğum bu konu, gerçekten çok önemlidir Kıbrıs Türkü’nün hayatında. 

            Celâl Hordan’ın bu uygulamaları, o zaman Dr. Küçük ve Denktaş’ın tepkisine neden olmuştu.  Kolay mıydı örtülü bir kadının bir anda başını açması?  Hiç de kolay değildi.  Anadolu’nun bir yerinde böyle zorunlu bir uygulamaya gidilse, herhalde cinayetler olur.  O bağlamda Kıbrıslıların farklı bir kültürel yapıya sahip olması, temelde Atatürk’ün kıyafet devrimine dayanıyordu.  Atatürk’ün reformları baz alınarak kadınların başlarını çamaları ve modern bir cemaat görüntüsü kazandırılması gerçekten iyi düşünülmüştü.  Nitekim birçok siyah çarşaflı kadın başını açmış veya başına bir eşarp geçirmiştir.

            Rumca konuşan Türklere gelince...

            On bir sayfalık sunumumda bütün bunları örnekleri ile veriyordum...

            Mesela Akıncılar kötü tümden Türk olmalarına rağmen, hala kendi aralarında Rumca konuşabiliyorlar.  Kaleburnu, Dillirga, Avtepe gibi köyler de bunlardan birkaçıdır.

            Özellikle Baf yöresinin insanları, karma hayattan kaynaklanan bir alışkanlıkları vardır.  Rumlarla yıllarca içiçe yaşayan Türkler, genellikle mükemmel Rumca konuşurlar.  Hatta kendi aralarında konuşurken, Türkçe ifadelerinde zorlanınca hemen Rumcaya dönüyorlar.  Şimdilerde nesiller değiştikçe ve coğrafya ikiye ayrılınca bu durum zaman içinde kendiliğinden çözülecektir.

            Celâl Hordan’la arkadaşları bir gün köy gezilerinde Akıncılar köyüne uğramışlar. Köy kahvehanesine oturduklarında bir Akıncılarlı arkadaş sormuş:

            “Ama bu brostimo nedir?”

            “Brostimo” Rumcada ceza anlamında kullanılır.

            Adam “Brostimo” deyince,  “Kesin bu adama para cezası” demişler.

            Kolay mı asırlardan beri kullandıkları Rumcayı bir anda hayatlarından fırlatıp atmak?  Hiç de kolay değildi.  İnsanlar hem TMT’ci, hem de Rumca konuşuyorlardı nedense.  Yani milliyetçilik bir yana, Rumca dili bir yana. Bu durum liderliğin tepkisine neden olmuştu.  Temelde ortaya konan düşünce, “Ulusalcılıkta diller karmaşası ve etkileşimler”di.

            Rumlarda Türkçe konuşan pek azdır.  Lakin Rumcaya girmiş binlerce Türkçe kelime vardır.

            İşte bu süreçte Rumca isimleri olan Türk köylerinin isimleri değiştirilmiş ve şimdi kullanılan isimler ortaya çıkmıştı.

            Son gelinen nokta, Celâl Hordan’ın toplum etiğini etkileme ve insanların psikolojilerini bozma noktasıydı.  Liderlik bu durumdan rahatsız olunca Dr. Küçük’le Denktaş’ın bir Ankara ziyaretlerinde, merhum Adnan Menderes ve rahmetli Fatin Rüştü Zorlu ile yaptıkları görüşmede Celâl Hordan’ın geri Ankara’ya çağrılması istenmiş ve bu sorun, ortadan öyle kalkmıştı. Çoğu insanın bildiği veya bildiğini sandığı bu gerçeklerin belgelenmesi açısından bu kongrenin çok yararlı olduğuna inanıyorum.

            Kongredeki konuşmacılara tanınan süre 15 dakikaydı. 15 dakikada neyi anlatacaksınız, neyi ortaya dökeceksiniz.  Bütün sunumlar kitaplaşacağına göre, herkes doğaçlama olarak anlattı sunumlarının içeriğini.  Ben de öyle yaptım.  Hatta sorulan sorulara da öyle cevap verdim, diğer konuşmacılar gibi.

            Kısacası müthiş bir çalışmanın içinde olduğum için çok mutlu oldum.  En azından tarihte yaşananları belgelemek adına ortaya koyduğumuz gerçeklerin anlatılması açısından.