15 Kasım 2021 tarihi itibariyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tam otuz sekiz yaşına ulaştı.  Şu anda içinde bulunduğumuz zaman ve mekan, elbette bize geçmişi unutturmaz.  Unutturmamalıdır da. Çünkü Kıbrıs Türkü’nün verdiği onurlu mücadelenin temelinde büyük acılar, büyük hedefler ve var oluş idealleri vardı.  İşte o bağlamda “Cumhuriyet var olmanın belgesidir“ diyorum.

         Hiç düşündünüz mü bu halk buralara nasıl geldi?  Bu geliş yolunca yaşananlar ve arkamızda bıraktığımız izler, ne kadar derindir görebildiniz mi?

         Bu soruyu esasında yeni nesillere ve gençlere soruyorum.

        “Siz gençler buralara nasıl geldiğimizi hiç düşündünüz mü?”

        Bu sorular karmaşası içinde eski nesillerle yeni nesilleri buluşturma şansımız olduğu zaman, elbette onlara yaşadıklarımızı anlatırız da, bu gençlerden bazıları bize şu yanıtı verir.

        “Siz kendi acı dolu zamanlarınızı yaşadınız, biz de mutluluk dolu zamanlarımızı yaşamak istiyoruz.”

        Belki duygusal yönü ile değil de mantıksal yönü ile o yanıta bakmak lazım.  Gençlerin yanıtını aldığımızda düşünürüz sanırım...

        Ve şu soruyu sorarız!

        Geçmişin motiflerini ortaya koyarak yeni gençlere, yeni bir TMT’de var olmak için “Var mısınız?” sorusunu sorduğumuzda bu gençlerin kaçı katılacaklardır bu mücadeleciler kervanına?

        Bu bir suçlama mı yeni gençleri?

            Katiyen suçlama değil?  Sadece bir tereddüt ve bir soru işaretidir...

        Geçmiş mücadelenin o derin anlamını ve Cumhuriyetin erdemlerini kavrayan ve karşımızdaki düşmanın hiç de değişmeyen bir düşman olduğunu idrak edenleri, bu sorumdan veya “suçlama” gibi algılanan ifadelerimden tenzih ederim.

        Şayet var oluşu ve var oluş kavramını “demokrasi” ve “demokratik anlayış” içinde yorumlarsak, belki de “TMT”ci zihniyeti benimsemeyen gençlere şu yönü ile hak veririz.

       Şayet Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve onun anayasası “demokrasi” kavramını özlü bir şekilde toplum bireylerine veriyorsa, bunu konuşma özgürlüğü ile de bağlayarak, “Herkes fikrini söylemekte özgürdür” deriz.

      “Özgürlük” de bir kavramdır.  O kavramın içindeki med-cezir dalgaları o kadar büyük, o kadar derin ve o kadar meşakkatlidir ki, insanın o dalgaların gel-gitlerini unutması mümkün değildir.

       Kendi dönemini yaşayanlar elbette çocuklarına ve torunlarına bazı şeyleri anlatmışlardır ama özellikle torunlar, bir “başkalaşımı” yaşıyorlar.  İşte o başkalaşım, KKTC gerçeğine karşın “Birleşik Kıbrıs ve barış” anlayışıdır.

       Kim eski günleri yaşamak ister?  Kim ölmek veya acıların çarkında yok olmak ister?  Lakin kendi gerçeklerimizle kendi geleceğimiz tartışıldığında, Türklerle Rumların bir arada var olamayacağı ortaya çıkar.

        Zaman mı değişti ne?  Evet zaman değişti.  Türkiye’nin dünya üzerinde yükselen değerleri, bize de yansıyor. Anavatansız bir yolda yürümenin mümkün olmadığının idraki içinde, geleceği kucaklarken, karşımızdaki düşmanın da, Türkiye gerçeğine rağmen değişmediğini bilmemiz gerekir.

        On bir yıl gettolarda yaşayan ve bir solukluk havayı bile bize mehel görmeyen Rum halkı ile mutlu bir geleceği paylaşmak gerçekten çok zor.  Kültür, esasında evrensel değerler bağlamında bir araçtır, barış için.  Ama kültür de yeterli değildir Rumlarla yeni bir geleceği kucaklamaya.  Batının güçleri, Türk ve Rum kültür temsilcilerini yeniden birleştirmek için çaba harcıyorlar ama bu uğurda verilen uğraşlar da yeterli olmuyor yeni bir gelecek yaratmaya.

        İşte o ideallerle bir “başkalaşımı” sergileyen bazı gençlerin görüş ve ideallerine vurgu yaparak, onlara “Çok dikkatli olun çocuklar” deme ihtiyacı duyuyorum.

        Lakin toplumsal var oluşumuzda  farklı düşünen o gençler de sanırım daha bir gerçekçiliğin farkına varmışlardır.  Örneğin Annan Planı o kadar güzel bir makyajla onların önüne konmuş ve büyük hayallerle onlara güzel tablolar çizilmişti ki, İnönü Meydan Mitingini öylesine doldurmuşlardı.  O miting, esasında bir “umut” mitingiydi.  Ama o umudu taşıyan gençlerimizin hayalleri suya düştü, karşı tarafın bu plana “Hayır” deyişi ile.  O mitingte dağlar taşlar gençlerle dolmuştu.  O fotoğrafı karelediğimizde, o kalabalığın yüzde seksen beşini gençlerin oluşturduğunu görürüz.

      Rumların değişmezliği ve “sahte barışçı oldukları” hususu gün ışığına çıktıkça, gençlerimiz de başkalaşmaya başlamışlardı.  Bunu da kanıtlar nitelikte vermek lazım.

      O büyük “Annan Planı Mitinginden” tam bir yıl sonra “Dünya Barış Günü” nedeniyle bir toplantı düzenlenmişti o idealist gençler tarafından.  “Atatürk Meydanı gümbür gümbür eder mi yine gençlerle?” sorusunu sormuştuk kendimize.  Lakin hiç de tahmin ettiğimiz gibi olmamıştı o “barış” etkinliği.  Sanırım şöyle böyle oraya toplanan genç sayısı, otuz beş kırk kişiydi.

       İşte o bağlamda vurgulamak lazım...  “Bizi ancak kendimiz kurtarabiliriz” diyorum.  Hani insanın “kendi olması” gibi bir anlayışla; “Geçmişi  ve karşımızdaki unsurun değişmezliğini  unutmadan hareket etmek ve çok sağlam durmak gerekir” diyorum hatta.

      Yani bir diğer deyişle herşeyi bilerek ve idrak ederek özgürlüğün ve Cumhuriyetin gerçek değerlerini anlamak ve ona dört elle sarılmaktır esas olan.