Kıbrıs Türkü’nün kalbine altın harflerle kazılan Dr. Küçük ve  O‘nun sevgisi, hala bütün tazeliği ile yerinde duruyor.  Nesilden nesile o sevgi ve O’nu anlatan yaşantısı aktarılıyor, Kıbrıs Türkü’nün nereden nereye geldiğini anlatma adına.

            Gerçekçi olmak gerekirse, Ulusal Lider Dr. Fazıl Küçük’ü anlatmak, gazetelerin sadece bir veya birkaç sütununa sığmaz.  Ciltlere sığamayacak kadar geniş ve acılarla dolu hayatını anlatmak hepimize düşen bir görevdir.

            Bazen ülkelerin liderlik tanımı yapılırken, insanın düşünesi gelir.  Kabul etmek gerek ki, her insan siyasetçi olabilir ama lider olamaz. O bağlamda bakmak lazım Dr. Küçük’ün yaşantısına.

            İsviçre’den doktor olarak döndüğünde, bir köylü çocuğu olarak Kıbrıs Türkü’nde gördüğü, duyduğu ve derin derin endişe içine düştüğü geleceği, kafasında şekillenmeye başlamıştı.  Dr. Küçük Ortaköylü hayvancı ve çiftçi babasına yardım ederken, zaman zaman köy kahvesinde dertleşen köylülerin konuşmalarına ve acı dolu sözlerine tanık olurdu.  Osmanlı’nın bu adadan çekip gittiği ve İngiliz’e bıraktığı Kıbrıs Türkü, artık kendi yağı ile kendi ciğerini kavrulacak ve kendi benliği için mücadele verecekti.

            Dr. Küçük köylüden işittiği şu sözler, onu bir gazete çıkarmaya yöneltmişti.

            Halk “Halkın sesini kim duyacak?” sorusunu sorarken, çıkaracağı gazetenin de ismini bulmuştu.

            Gazetesinin ismi, “HALKIN SESİ” olacaktı.

            Gazetesinin ilk sayısını 14 Mart 1942 tarihinde basmış ve o gazete, hala onun misyonunu sürdürmektedir.  14 Mart 2022’de Halkın Sesi, tam 80’nci yaşını kutlayacak.

            Dr. Küçük İngiliz’le verdiği o büyük mücadelede, basının ve basın yoluyla verilecek psikolojik savaşın çok önemli olduğunu kavramış olacak ki, durmaksızın yazdığı yazılarla hem İngiliz’e savaş ilan ediyor, hem de gazetesini bedava bütün köylere göndererek halkını ulusal dava mücadelesine hazırlıyordu.

            Türkiye’nin uyanışı da hayli zaman almıştı.  Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış ve batı tarafından “Hasta adam” olarak nitelendirilmiş Türkiye, hala Kıbrıs konusunda uyuyordu.  Anavatan’ı o derin uykusundan uyandırmak da, yine Dr. Küçük’e, Faiz Kaymak’a, Denktaş’a, Osman Örek’e, Ahmet Midhat Berberoğlu’na, Fadıl Korkut’a ve daha nice değerli insanlara düşmüştü.

            Hayatlarını Türkiye’de kuran aydın Kıbrıslılar da bu işte anahtar olmuşlardı.  Başta Ord. Prof. Dr. Derviş Manizade ve Nevzat Kargil olmak üzere, bu işin başını çekiyorlardı.  Artık bir harmanlamaya gidiliyordu.  Kıbrıs liderliği ile Türkiye’deki Kıbrıslı aydınlar aynı amaç için büyük uğraşlar veriyorlar ve Türkiye uyandırılıyordu.

            Rahmetlik Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu, bu uyanışın baş mimarlarıydılar.  TMT’nin kuruluşunda da öncülük etmişler ve adaya silah sevkiyatını sağlamışlardır.  Bundan 2016’da aramızdan ayrılan çok değerli emekli albay İsmail Tansu, TMT’nin oluşum ve silah takviyesinde başa çeken bir askerdi ve “Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu” adlı eserinde TMT’nin o büyük macerasını anlatmıştı.

            Dr. Küçük’ün geldiği o uzun yolda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve 21 Aralık 1963’le başlayan yıkılışı,     Dr. Küçük’ün hayatının en zor ve en acı günleriydi.

            Hamitköy tepelerine kurulan göçmen çadırlarında mahvolan göçmenlerle nasıl ağlaştığını gözlerimle görmüştüm.  Öyle bir zaman diliminde hayatın bir sürprizi olarak onun anıt mezarı ve toprağı da Hamitköy tepelerine kazıldı ve oraya yattı.

            O’na yakışan bir Anıttepe yaratabildik mi?  Yaratamadık maalesef.  Güzel bir çevre düzenlemesi, çiçeklerin bakımı, çevre  temizliği, müzenin bakımı ve gece-gündüz bir bekçinin bulundurulması...

            Denktaş’ın anıt mezarı da tamamlanamadı maalesef.  Lakin ada dışından gelen veya ada içinde bulunan üst düzeydeki insanlar, çok değerli misafirler o değerli adamların mezarlarını o haliyle görürler.  Misafir birşey söylemez ama, içlerinden “Şu Kıbrıs Türkü nasılmış?  Kendi liderlerinin ve dava adamlarının mezarlarına nasıl sahip çıkmazlar” derler.

            Bir gün merhum Denktaş bana şöyle demişti:

            “Size vasiyetim olsun.  Lütfen beni de götürüp Hamitköy tepelerine atmayınız, Dr. Küçük gibi.”

            Denktaş böyle birşey söylemekte haklıydı.  Kendi mezarının da aynı akibete uğramasını istemiyordu.

            Herşey bir tarafa...Kıbrıs Türkü’nün bir devlete, bir bayrağa ve bir özgür vatana sahip olmasında bu iki liderin çok büyük payları ve katkıları vardır.

            Allah her ikisine de gani gani rahmetler versin.  Önlerinde  saygı ve tazimle eğilmek hepimizin görevidir.

            Şu anda düşünüyorum...

            “Acaba Dr. Küçük bizleri, Kıbrıs Türkü’ndeki başkalaşımları tepeden izleyebiliyor mu?”

            Şayet izliyorsa, herhalde şöyle bir kanıya varmıştır:

            “Şu Kıbrıs Türkü benim bıraktığım halkım değildir.  Yıllarca bize kan kusturan bir milletle yeniden birleşmeyi ve yeniden bir arada yaşamayı kendine görev bilen yeni gençler neden böyle düşünüyorlar?  Herhalde bir yerlerde yanlış giden birşey vardır.”

            Bu sorunun cevabını yine gençler kendileri verecek.

            Velhasıl sevgili Dr. Küçük aramızdan ayrılalı tam 38 yıl oldu ve hala onu arıyoruz.

            Yattığı yer, mekanı cennet olsun...