Fırında patates.

En ağır yemeğimizdi. Çoğunda evlerin gaz ocağı olmadığı için de Asma Altı fırınına, Kısmet fırına götürülürdü sabah on- onbir sularında. 20-30 tepsiyi sürerdi fırına fırıncı, öğlen bir gibi de sahipler gelir alırdı tepsilerini.

Bin yıl önceden söz etmiyorum, 1960 lı yıllar böyleydi. Gaz ocakları da tek tükdü, televizyon ve buzluklar da.

Otomobil dersen.

AQ 1 plakalı arabası olduğu için eykû van Cahit kalmıştı adamın adı.

Yok hayır, o günlere dönelim demiyorum.

Ama o günün dostluklarını dayanışmasını bu günlerde de yaşayabilirdik, yaşayabiliriz.

Küçük Medreseydi sokağımız, mahallemiz Yeni Cami.

Öksüz minare altında ne kadar top lingiri oynadıksa, Küçük Medrese sokağında da o kadar birayak, ip atlama, elim sende, sekiye çıkma oynamışlığımız var.

Saklambaç, kurtarmaca gibi oyunlar yaz gecelerinin oyunlarıydı.

Anneler kapı önlerinde hep beraber mulihiya ayıklarken ya da dedi kodu kazanı kaynatırken, biz de saklambaç,  kurtarmaca oynardık.

Ağabeyler, babalar mücahitti siperde, izinli olanlar da kahvelerde külüplerde.

Çocuk bahçesi, Halk sineması, Mücahitler parkı, Kuğulu park, Şahin sineması, Londra pastanesi cumartesi Pazar akşamlarının dı. Arada bir de Çağlayandan yaprak döner alınırdı, çok dar zamanlarda  iki kişiye bir pide olaraktan.

Küçük Medrese deyince bir duracaksın.

Sosyetik olmayan bütün genç kızların berberi İlkay, dondurmacılığın piri Kartal, hurmacılar şahı Hasan dayı, Royter ajansına fark atan Hovardaların Zehra, küçücük manav Hakkı’cık o sokağın insanları.

Büyük şair Süleyman Uluçamgil LTL öğrencisi iken Sadiye abanın ( sadiyaba) odalarında yaşardı kırçıl şaçları ve eşsiz hüzünler barındıran gülüşü ile.

Güzeldi be

Güzeldi.  

Sokaklarımız vardı mahallelerimiz