Tam 53 yıl önce yapılan Erenköy direnişini ve şehitlerini anmak maksadıyla KKTC’den tam 52 minibüs kalktı ve o kalkan minibüste pek çok acılı anneler, babalar ve kardeşler vardı.  Her yıl olduğu gibi bu yıl da o anlamlı günde şehitlerin mezarlarına çiçek bırakmak isteyen kardeşlerimiz, maalesef yine işkence barikatına takıldılar.
Nedense Rumlar, hem 8 Ağustos’u anma ve 20 Temmuz’u kutlamalarımıza büyük tepki koyarlar.  Her yıl gerçekleşen bu anma günü,  işkenceye dönüşür. Rumların çıkarmış oldukları zorluklar, esasında Türklerden intikam almaktır.  Bunun başka izahı yok.
Hele o günü bir hatırlayalım bakalım...
O gün herkes nefeslerini tutmuş, Grivas yönetimindeki Rum çapulcuları Erenköy’de özgürlük için savaşan üniversiteleri gençleri ve Erenköy halkını kökten yok etmek için harekete geçmişlerdi.  En ağır silahlarla Erenköy’e saldırdıklarında, “Kim bilir kaç kardeşimiz bu savaşta şehit olacak” demiştik.
Tam ölüm kalım noktasına gelindiğinde, Türk jetleri imdada yetişmiş ve o Rum konvoyunu tuzla buz etmişti.  Rumlar beklemedikleri bu durum karşısında haliyle çok büyük zayiat vermişler ve hep yüreklerinde Türklere ve Türk askerine karşı kin beslemişlerdir.
Geçitkale saldırıları da buna benzer bir saldırıydı.  Lakin Geçitkale saldırıları, Türkiye’nin notası ile son bulmuş ve Yunanistan, adadaki Yunan askerlerini geri çekmek zorunda kalmıştı.
İşte bütün bunlar hep kin ve öfkedendir.
20 Temmuz gününde de Rumlar her zaman öfke kusarlar.  Halbuki 15 Temmuz Makarios darbesi değil miydi Türk askerine davetiyeyi çıkaran?
Rumlar bütün bu olayların sorumlusu değil mi?
Ama gelin görün ki hala adamlar akıllanmamışlar.
Mesela 21 Aralık 1963 olaylarında köylerden kent merkezine gelen ve ürününü satmak veya yakınlarını görmek isteyen insanlarımıza yaptıkları ağır işkenceler hala akıllardadır.
İşte o bağlamda Erenköy şehitlerini anmak amacıyla Yeşilırmak kapısında Pirgo’ya geldiklerinde “Hayır geçemezsiniz.  Biz size 30 araçla sınırlama getirdik” diyerek Ağustos’un kavurucu sıcaklarında o zavallı insanları saatlerce bekletmişlerdir.  Yani içlerinde kalan işkence dürtüsü ve intikam alma arzusu.
Neticede şuydu buydu derken, sorun çözülmüş.
Peki ama... Bir de bu işin, diğer yüzü olmalıdır.  Yarın Rumlar Apostolos Andreas Manastırı’na ayin yapmak için gideceklerinde Türk idaresinden izin talep etmeyecekler mi?  Veya kuzeydeki bir başka kiliseye?  İşte o zaman herhalde aynı zorluğu biz de çıkaracak ve kendilerine bazı şeyleri hatırlatacağız.
Bence Rumlar, kendilerinin yapmış oldukları bu işkence metoduna bir cevap bulmalıdırlar.
Mesela Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, törenin bu nedenle gecikmesine karşın, o kavurucu sıcaklarda sorunun çözülmesini beklemiş ama söyleyeceğini de gayet gerçekçi bir ifade ile dile getirmiştir.
Mustafa Akıncı Rumlara nasıl bir mesaj vermiş, görelim:
“Bizim istediğimiz bu değildir.  Biz bunu arzu etmiyoruz, istemiyoruz.  Bu topraklarda çözüm olur veya olmaz, barış ve huzur içinde insanî ve medeni bir ilişkiyi sürdürebilmenin koşullarnı yaratmamız lazım.  Ama bu davranışlarla da olmaz.”
Nemelazım bunca yapılanlara rağmen, Mustafa Akıncı hala iyi niyetini koruyor.  Lakin anlaşılmıştır ki, bu adî milletle hiçbir şey olmaz.
Daha ne diyelim ki...
İşte değişmeyen Rumlarla bir gelecek aramanın da artık bir hayal olduğunu bilmemiz ve ona göre tavır almamız gerekir diye düşünüyorum.
Sadece Rumlar bilmelidirler ki, teniz topu gibi her tavırları mutlaka karşılık bulacaktır.  Rumlar böyle yapmakla yücelmezler, bilakis küçülürler.  Halbuki Erenköy’e konvoy oluşturan insanlar ne bir baloya, ne bir eğlenceye ve ne de bir pikniğe gidiyorlar.  Onlar sadece, yıllar önce savaşta kaybettikleri yakınlarının mezarını ziyaret edip, dua okumak arzusundadırlar.
Bu böyle gider mi?  Gitmez elbette. Elbette biz Türkler de bundan sonraki iyi niyet adımlarımızı daha dikkatli atacak ve vereceğimiz kararları kırk defa tartacağız.