Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 47. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

ROMA VE VALENSİA

2017 yılından itibaren  uluslararsı alanda iş sağlığı ve güvenliği konularında tanınmaya başlamıştık. 2017 de Singapur, 2018 de  Balkanlar ve Orta Avrupa derken 2019 yılında İspanyanın Valensia kentinde düzenlenmiş olan Hemşirelik eğitimi ve hemşirelikte İs Sağlığı ve Güvenliği konferansına Organizasyon Komitesi Üyesi olarak  davet edilmiştim.  Oraya kadar gitmişken ülkeyi tanıtıcı  bazı bilgileri de temin edip konferansta paylaşmak istedim. Hem üniversitelerimizi tanıtmak hem de ülke olarak konunun neresinde olduğumuzu anlatabilmek için YÖDAK’tan bazı bilgiler istedim. Ne gariptir ki bu bilgilerin verilemeyeceği ifade edilince bu fırsatı kullanamadık.

Valencia’ya direkt uçak bulamadığımız için yola birkaç gün erken çıkıp Romada mola verecek şekilde planımızı yaptık. 10 Haziran 2016  Pazartesi günü  sabah 05.30 da uçakla Larnakadan hareket ettik. Roma’ya vardığımızda saat 08.50 olmuştu. Bu benim İtalya’ya üçüncü, Romaya ikinci gelişimdi.  Uçak alanından otobüsle şehir merkezindeki otogara gittik. Bütün işlemleri internet üzerinden yapıp otogarın iki sokak ilerisinde bir otel ayarlamıştık. Bu nedenle her yolculukta olduğu gibi internet icat edip geliştiren herkese teşekkür ediyordum.  Otogarın tam karşısında açık market vardı. Burada çeşitli giyim eşyaları ve hediyelikler çok uygun fiyata satılmaktaydı. 200 metre kadar yürüdükten sonra oteli bulduk. Saat 10.30 olmuştu. Otele yerleştikten birkaç saat sonra çıkıp civarda dolaştık. Metroya binip Collesium’a gittik.  Burası Romanın tarihi merkezlerinden biridir. Eski Roma imparatorluğunda at yarışlarının yapıldığı hipodrom ve gladyatörlerin çarpıştırıldığı bir savaş alanıydı. Etrafında dolaştık, içeriye girmek için çok uzun kuyruklara katılmak zorundaydık. Bu nedenle içeri girmedik. Etrafta daha birçok tarihi yapılar vardı. Onları gezmeye başladık Haftaya devam etmek üzere.

56 YIL ÖNCE

21 Aralık 2019. Cumartesi. Bundan 56 yıl önce de yani 1963 yılında da  21 Aralık  cumartesine denk geliyordu ve o gün Kıbrısta Türklerle Rumlar arasındaki gerginlik, 2 Türkün Rum polislerince öldürülmesiyle sonuçlanmış, Kıbrısın tarihinde yeni bir sayfa açılmıştı. İşte bu sayfayı bundan birkaç hafta önce  yazmaya başladık ve bugün  orta III sınıfa gelmiş bulunuyoruz. 56 yıl önce, sonu belirsiz bir yolculuğa çıkmış,  ikibuçuk senede 3 köy dolaştıktan sonra kendimizi Gönyelide bulmuştuk

ORTAOKUL ÜÇÜNCÜ SINIF  -  İlklerin yılı olmuştu.  Kırık notlar, kaptan olarak kızların seçilmemesi, 500 kişinin  önünde yediğim tokat

Ders saati öğeden sonra olmakla birlikte, sınavlar sabahları yapılıyordu. Sınavdan çıkar çıkmaz yürüyerek yola çıkıyor, otostopla 9. Mile gidip oradan yürüyerek Bilelleye gidiyorduk Genellikle Ortaköyün çıkışına kadar yayan gitmekteydik. Yani 7 mil kadar yayan yol yürüyorduk. Çekilecek gibi değildi ama bütün gün Lefoşada avare oturmaktan iyiydi. Şanslı olduğumuzda  Kırnıya kadar gidecek olan bir vasıtaya denk  geliyorduk. Karneleri alacağımız gün yayan olarak Bilelleden çıktık. Ben, dayımın oğlu İrfan Işıksal ve birkaç kişi daha, daldan dala konarak, her konudan konuşarak neşe içinde gidiyorduk. İrfan, diploma alacağı için  hepimzden çok neşeliydi.  Solistliği tutmuş, avazının çıktığı kadar yüksek perdeden şarkılar söylüyordu

Yazın yine Mücahitler Bahçesinde çalıştım. Ertesi sene ortaokul son sınıftaydık. Karneleri alacağımız gün çok neşeliydik ama  okullar açılınca yine kaderimizi yaşamaya başladık. Yağmurlu günlerde ya Kırnıya kadar  yağmur altında çamurara bata çıka yürüyerek gidecek ya da okula gitmeyecektik.  Ara sınavların ilki Kimya idi. Herşey yolundaydı ve ben sınavdan 100 almıştım. Bütün sınıf beni alkışladı. İkinci sınav , o sene ilk kez tanıştığımız cebir dersiydi. Bir hafta önce hocamız Reşat bey negatif sayıları anlatmıştı. Hava yağmurlu olduğu için ben okula gidememiştim. Sınavda karşıma çıkan soruların ne olduğunu , ne sorulduğunu bile anlamamıştım. Sonuç felaketti. 1 almıştım. Bu , benim öğrencilik yıllarında almış olduğum ilk kırık not ve en düşük not olarak aklımın bir köşesine kazınmıştı. Notlar açıklandığında sınıf kaptanı merhum Mehmet Gazi yanıma gelip “Kaç aldın be uyuz cebirden” diye dalga geçmişti

Daha önceki senelerde sınıf kaptanı olarak Ayten Özayı seçmiştik ama son sınıfta bu durum erkek arkadaşların ağırına gittiğinden, anlaşarak Gaziyi kaptan seçmişlerdi.  O seneki arkadaşların bazıları: Erten Kasımoğlu, Şht Osman Benli, Sermet  Karadeniz, Kemal Ali, İlker Hasan Yusuf, Turgay Bladanlı, Ertuğrul Gardiyanoğlu, Sondoğan Salih, Mehmet Ömer Kunt,  Mehmet Refikoğlu, Mehmet Gazi, Kızlardan Ayten Özay, Mediha, Konce, Gülşen, ve diğerleri

İNGİLİZ KEMAL  BANA BİR KİTAP KAZANDIRDI

Hocalardan hatırladıklarım Matematikçi Reşat bey, Fizikçi Necdet bey (aynı zamanda  konusu olmadığı halde Ticaret Bilgisi dersini de onun başına yıkmışlardı), Coğrafyacı Ali Beyoğlu, İngilizceci Mustafa Refet hoca, Kimyacı Mehmet Emin bey vardı. Coğrafyacı Ali Beyoğlu köylümüzdü Şht İsmail Beyoğlunun kardeşiydi. Kıbrıs Coğrafyası aadlı kitabın yazarıydı. Onun diğer hocalardan farklı bir uygulaması vardı. Her  dersin sonunda bir sonraki konuyu çalışmamızı söyler, derse geldiğinde “kim anlatmak ister?” diye sorardı. Sınıfta verilen konuyu çalışıp anlatmaya gönüllü olan tek bir kişi vardı: Ertuğrul gardiyanoğlu. İsmail Beyoğlu hocamız mükafat olarak sınav notlarını açıkladığında kendisine hepimizin önünde hak ettiğinden 10 puan fazla vermişti. İngilizce hocamız Mustafa Refet’in de kendine özgü bir uygulaması vardı. Hemen hemen her gün İngilizce dersimiz vardı. Sınıfa girer girmez “Have you any news;” diye günlük haberlerden İngilizce olarak bişeyler söylememizi isterdi. İngilizce dersinde de ben her gün kalkıp bir haber söylüyordum. Onlardan bir tanesini hala hatırlıyorum:  Biz üçüncü sınıfta iken İngiliz Kemal vefat etmişti. Ben de bunu haberlerden biri olarak aktarmıştım. Mustafa Refet hoca benim İngilizce dersine karşı olan ilgimden memnun kalmış ve bana İngilizce bir hikaye kitabı hediye etmişti.Küçük bir köpeğin başından geçenleri, bir aile tarafından sahiplendikten sonraki hayatını anlatan bir kitaptı.

Ben aslında imkanımız olmadığından  ne radyo haberi dinleyebiliyordum, ne de gazete alacak imkanımız vardı. Zaten Bilelle’de elektrik yoktu. Televizyon ise o dönemde belki de sadece 3 -5 kişide vardı. Günlük haberleri izleyip İngilizce olarak aktarabilmem köydeki bir  takım komutanından kaynaklanıyorsu. Ahmet Akkunt bana haftalık olarak bir miktar para veriyor ve Lefkoşadan günlük gazeteleri kendisi için satın almamı isiyordu. Zaten iki tane gazete vardı. Bozkurt ve Halkın Sesi gazeteleri. Çoğu defa da artan kuruşları almıyor, bana bırakıyordu.Ben de Ahmet abi için aldığım bu gazeteleri gözden geçirip kendime göre önemli olan başlıkları  İnglizce dersinde aktarıyordum.

Şubat tatili geldiğinde karneler verildi, sınıf üçüncüsü  olmuştum Birinci sonradan Çetinkayada kalecilik yapacak olan Ertuğrul Gardiyanoğlu olmuştu. Sene sonunda ise başka bir alışılmadık durum beni bekliyordu.  Karnelerin dağıtılacağı gün müdürümüz   bütün öğrenciler  her sabah olduğu gibi merdivenlerin önünde topladı. Fikri Duran bey her sınıftan dereceye girenlere karnelerini verecek, ondan sonra sınıflara çıkılacak ve diğer öğrenciler karnelerini sınıflarda alacaklardı. Merdivenlerin sahanlığında Fikri beyin yanında muavini Ahmet Tansel hoca vardı. Bana hiç ders vermemişti. Sırayla her sınıfın birincisi, ikincisi ve üçüncüsü çağrılıyordu.. Sıra bizim sınıfa geldiği zaman herkes şaşırdı. Fikri bey “İki kişi aynı ortalamayı aldı ama bunlardan Halil İbrahim arkadaşınız geçen dönem III. iken bu dönem puanını yükselttiği için kendisini birinci olarak ilan ediyorum” deyince  ben şaşırdım, öğrenciler zaten herkesi alkışlıyordu, beni de alkışladılar.  Ben hem sevinçli, hem şaşkın, elim ayağıma dolaşmış, merdivenlerden aşağıya inmeye hazırlanıyordum ki, ansızın bir elin beni arkadan yakalayıp çekmeye başladığını hissettim. Başımı çevirip ne olduğunu anlamaya çalışırken Ahmet Tansel hocanın sesini işittim. “Ben seni hiç dövmedim, gel bakalım buraya, bunu hiç unutma” deyip enseme  öyle bir tokat aşketti ki, neredeyse merdivenlerden aşağıya yuvarlanacaktım.

Haftaya devam etmek üzere