Değerli Vatan okurları,  hepinize   iyi bir hafta dileyerek 49. Hafta kaldığımız yerden yazımıza devam ediyoruz.

ROMADA ÖNEMLİ YERLER

Collesium, Romanın tarihi merkezlerinden biridir. Eski Roma imparatorluğunda at yarışlarının yapıldığı hipodrom ve gladyatörlerin çarpıştırıldığı bir savaş alanıydı. Etrafında dolaştık, içeriye girmek için çok uzun kuyruklara katılmak zorundaydık. Bu nedenle içeri girmedik. Etrafta daha birçok tarihi yapılar vardı. Çevrede   barlar, kaféler ve restorantlar hıncahınç dolu. Tarihi yerleri görmeye gelen turistler  yorulunca, sıcaktan bunalınca buralara akın  ediyor. Biz de bunlardan birine oturup dondurma yedik. Dinlendikten sonra biraz daha dolaşıp otele döndük. Otelin çevresi de, Romanın diğer bölgeleri gibi tarihi eserler ve görülmeye değer yapılarla doluydu.  Oradaki açık pazarı da dolaştık. Her tarafta yine döner lokantaları bulunuyordu. Bir sene önce Balkanlar ve Orta Avrupa gezimizde gördüğümüz gibi, Roma’da da bol bol dilenci bulnmaktaydı.  Dayanamayıp kadın bir dilenciye para verdik.  Gezdiğimiz yerlerde dilencilere genellikle para vermiyorduk ama bu kadına para vermemizin birkaç sebebi vardı. Kadın Türkçe konuşuyordu.  Nereli olduğunu sorduk, “Romanya” deyince şaşırdım.  Bu sefer de Türkçeyi nerede öğrendiğini sordum. Kadın” Ben Romanyada iken de Türkçe konuşuyordum. Romen çingenlerindenim” demişti.

Akşam yemeğini otelin civarındak bir restorantta yedik. Her zaman olduğu gibi masalarda küçük şarap şişeleri yerlerini almışlardı. Tıpkı bizdeki restorantların masaya şişe suyu koydukları gibi buralarda da şaraplar masalarda duruyor. Romada fazla zamanımız yoktu.  13 Haziranda  İspanya’nın Valensia kentindeki konferansa yetişmek durumundaydık ve Valensia’ya gündüz gözüyle varıp oteli kolayca bulmak için uçak biletini 12 Haziran öğle saatlerine almıştık. Bu nedenle Romanın önemli yerlerini gezmek için sadece bir günümüz kalmıştı. Bir günde her yeri gezemeyeceğimiz için önem sırasına göre Vatikanı ön plana almıştık. İkinci planda  Trevi Çeşmesi (Aşk Çeşmesi) vardı.    

Sabah kahvaltısını otelin yakınındaki bir  kafede yaptık. Kafé, tarihi bir kilisenin yer aldığı bir meydandaydı. Bu kilise, ydı. Vasilika, eski bir Pagan tapınağının yerine Papa III. Sixtus’un emriyle 5. yüzyılda inşa edilmiş olup bugünkü yapının inşaatına, yaygın anlatılan efsaneye göre 14. yüzyılın ortalarında rüyasında Meryem Ana’yı gören Papa Liberius’un direktifleri doğrultusunda başlanmış.  Her yıl 5 Ağustos tarihinde kent sakinlerinin kuruluşunu kutladıkları dini yapının ön tarafında, hacılara yol gösteren Piazza dell’Esquilino Dikilitaşı yer alıyor.  Yapının en çok ilgi çeken kısmı Cappella Paolina dır. Burada  göz alıcı güzellikteki Bakire’nin Taçlandırılması mozaiği ile Kardinal Rodriguez’in ve Papa V. Sixtus’un mezarları da  ziyaretçileri çekiyor.

HRİSTİYANLIĞIN  MERKEZİNE YOLCULUK : VATİKAN

Buradan Otobüsle Vatikana doğru yola çıktık. Güzergah boyunca anıtlar, kilseler, müzeler, heykeller… Her yer tarih kokuyor. Saymakla bitmez.  Bunlardan karşımıza çıkanlardan iki tanesi Leonardo da Vinci Müzesi ile Roma Ulusal Müzesiydi

Kahvaltıdan sonra Vatikana gittik. Burası muhteşem bir mekan, olağanüstü yapılar ve sürekli olarak binlerce ziyaretçisi olan bir yer. İnsan kendini başka bir dünyada sanıyor. Bir meydanın etrafında çeşitli tarihi yapılar ve kafeler yer alıyor. Meydanda binlerce ziyaretçi dolaşıyor. Ayrıca tarihi  binalara girmek için  çeşitli kuyruklarda sıra bekleyen binlerce kişi daha var. Vaktimiz olmadığından biz kuyruklara girmedik. Küçük bir dükkanda  Roma ve Vatikanla ilgili ıvır zıvır hediyelikler satılıyordu. Bunlardan bir tanesi Romus ve romulusu emziren kurt maketiydi ki, bunun  heykelini Romanyanın başkenti Bükreşte görmüştük.  Biz de girip birkaç parça küçük hediyelik bişeyler aldık. İçerde Papanın birebir ölçüsünde bir heykeli vardı. Buraya kadar gelmişken onunla bir hatıra fotoğrafı çektirmeden edemezdik. Daha sonra dışarıdaki bir kafede mola verdik. Bişeyler içtik. Bu arada şunu söylemeden geçemeyeceğim, paketlerdeki  meşhur İtalyan kahveleri , Güney Lefkoşadaki fiyatının 1.5 katına satılıyor. Benzn ve mazot ise litresi 1.5 eurodan satılıyor. Kafenin iç duvarları eski Roma resimleriyle süslenmişti.

Vatikanın  birçok giriş çıkış kapısı vardır. Her kapıda, hatta Vatikandaki meydanda bile polis arabaları ve nöbetçi polislerin bulunması dikkatimi çekmişti. Bir gün önceki gezimizde de, daha sonraki gezilerimizde de her yerde bu nöbetçi polislerin bulunması garibimize gitmişti. Sanki sıkıyönetim bulunan bir kentte geziyorduk. Vatikanı , binaların içine girmeksizin, iki buçuk saatte dolaşmıştık. Saat 11.45 civarında  otobüse binerek Aşk çeşmesine gittik.

AŞK ÇEŞMESİ

Aşk Çeşmesi, orijinal adıyla Trevi Çeşmesi, Poli Sarayının bitişiğinde yer alır. Çeşmenin yapımına Papa XII. Clement’in

isteği doğrultusunda 1732’de Heykeltıraş Nicola Salvi tarafından başlanmış. Yaklaşık 30 yılda tamamlanmış  ve birçok sanatçının katkısıyla bitirilmiş.  Orta kısmında Neptün  heykeli, onun sağında da çeşmedeki suyun kaynağını keşfetmiş olan bakire yer  alır.  Dilek tutan kişiler bu çeşmeye para atmaktadır. Sağ eli ile, sol omzunun üzerinden çeşmeye para atanların dileklerinin gerçekleştiğine inanılmaktadır. Bu nedenle, çeşme ve etrafındaki yapılar  her zaman kalabalıktır.  Geniş bir caddeden geçip çeşmeye varırsınız. Çeşmeden sonra yol üçe ayrılmaktadır. Ortadaki cadde alışveriş bölgesidir. Her türlü giyim , ayakkabı ve çanta ile ilgili uluslararası markalar bu bölgede şube açmıştır. Bu cadde, ileride yine çok geniş bir caddeye ulaşmakta olup 2 km kadar uzunluğu vardır.

ŞEHİT HÜSEYİN RUSO’NUN KABRİNE BİR ZİYARET (Geçen seneki bölümün devamı)

Karşımdaki insan, yirmili yaşlarda genç bir erkek, elimdeki silaha bakıp tir tir titreyerek ağlıyordu. Aslında onu vurmaya niyetim yoktu. En  kötü durumda karargaha telefon edecek, nöbetçi çavuştan gelip kendisini teslim almasını isteyecektim. Bir an ne yapmam gerektiğini düşündüm. Biz sık sık Rum askerinin kullandığı bu yoldan geçip Rum kesimine gezmeye gidiyorduk. Her gün binlerce Türk, Rum kesimine geçerek ekmek parası kazanmak için Rumların yanında çalışmaya gidiyordu. Benim Rum askerini bizim çavuşa teslim etmem, durumu gerginleştirecek, onlar da misilleme yapmak isteyecekti. Bu durumda birçok Türk  tutuklanacak veya en azından tedirgin edilecekti. Ben bu düşünceler arasında  ne karar vereceğimi düşünürken, Finlandiyalı BM askeri de koşarak gelip, yanımzda belirmişti. “Ne oluyor?” diye sordu. Ben “Önemli bişey yok, yolunu şaşırmış, kendisine yolu tarif ettim, gidiyor” dedim ve Rum askerine işaretle kendi mevzilerine dönmesini söyledim. O geri dönüp hızla uzaklaşmaya baaşladı ama BM askeri bizim yanımıza gelmeden önce karargahlarındaki alarm sirenini çalıştırmış olduğundan kulak tırmalayıcı bir siren sesi ortalığı ayağa kaldırmıştı. Ancak bu sirenin sesi farklı çıkmaktaydı. Alarm sesinden ziyade bir ambulans sesine benziyordu. Rum gitmiş ama bu acayip ses bir türlü susmuyordu. Uzun bir müddet çaldı, bu arada bulunduğuuz ortamla ilgili olmayan sesler duymaya başladım. Birisi, “Ne oldu, acaba gene kaza mı var?” diye sesleniyordu. İşte o an, bir rüyadan uyanmıştım. Belediye ile ilgili olarak anlattıklarım bir rüyadan ibaretmiş. Eşim yanımda, ambulans seslerinin açıklamasını yapmaya çalışıyordu. Rum askeriyle ilgili olarak anlaattığım ise gerçek bir anımdı.  Bu karışık durum üzerine kendi kendime: “Başka türlü olamazdı zaten, belediye bir günde bu kadar işi bitirmiş olamazdı. Aç tavuk kendini buğday ambarında görür. Demek hepsi rüyaydı” deyip  en kısa zamanda sevgili beden eğitimi öğretmenimizin kabrini ziyaret etmeye karar verdim.

Ertesi gün, doğruca Ruso öğretmenin mezarına damladım. Burada   bir mezar ve bir de anıt yapılmıştı. Ama burası askeri bölgede olduğundan izin almadan girmek mümkün değildi. Girişte çelikten bir raylı kapı vardı. 50 metre kadar ileride, askeri bölgenin hemen dışında arabayı park edip yürüyerek bu raylı kapıya kadar geldim. Oraya ancak varmıştım ki biraz ilerideki nöbetçi mücahidin seslendiğini duydum.  Ne istediğimi soruyordu. “Hüseyin Ruso’nun mezarını ziyaret edeceğim deyince, “bekle” deyip daha ilerideki nöbet yerinde bulunan başka bir mücahide yüksek sesle “Ruso’nun mezarını ziyaret edecekmiş” diye bağırdı. Aramızda ilginç bir iletişim kurulmuştu. Ben karşımdakine yüsek sesle konuşuyordum, o da benim söylediklerimi daha ilerideki bir görevliye aktarıyordu.  Bu şekilde kim olduğumu , Hüseyin Rusonun kabrini neden ziyaret etmek istediğimi anlatınca içeri girmemee izin verdiler ama resim çekmek yasaktı. Raylı kapıyı sürüp girdim.  Ortaokuldaki öğrencilik yıllarım yine aklıma gelmişti. Ruso öğretmenin ruhuna  bir Fatiha okuyup  ayrıldım.

Bizim için hiç düşünmeden canını feda etmiş olan bir şehidin Ruhuna fatiha okumak için izin almak, izin almak için de bir sebep göstermek çok ağırıma gitmişti. Demek ki Ruso  benim ortaokulda öğretmenim olmasa, fatiha okumaya bile izin alamayacaktım.   Şehitlere saygı bu olmasa gerek.