Günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce,  ancak 5-10 kişilik küçük insan topluluklarının henüz avlayıcı ve toplayıcı bir düzende yaşamakta oldukları bir sırada, ansızın, T şeklinde,  üzerlerine üçboyutlu motiflerden oluşan taş sütunlardan oluşan tapınaklar yapmalarını sağlayan neydi? Ve bir de bu taşların kilometrelerce  uzakta olan taş ocaklarından kesilip, bir şekilde 5-8 metre boyutlarında kesilecekleri yerlere taşınabilmiş ve işlenerek taş tapınaklar olarak belli bir mimari plan içerisinde konumlandırıldıklarını düşünelim. Toplu tarımsal üretim aşamasına bile henüz geçmemiş olan bu küçük insan topluluklarının böyle bir organizasyonu, mimari,  sanatsal ve de teknik beceriyi ortaya koyabilmiş olmaları çok şaşırtıcı. Tapınağın, dünyanın dönüş ekseni kuzey kutbu doğrultusunda konumlandırılmış olması da ayrı bir gizem.

Halen dünyanın en eski dinsel tapınağı olarak sayılan ve Türkiye’nin Güneydoğusunda bulunan Göbeklitepe işte öylebirşey!

Dünyadaki monolitik yerlerin en eskisi olarak bilinen Göbekli tepe Alman Arkeoloji Enstitüsü öncülüğünde Arkeolog Profesör Klauss Schmith tarafından 1990’lı yıllarda günyüzüne çıkarıldı. Şanlıurfa ilinde bulunan antik bölgenin 300 x 300 metre yani 90 bin metrekarelik alanı kapladığı ve yapılan yer röntgen çekimlerinde henüz 50’de birinin yeryüzüne çıkarılmış olduğu bilinmektedir.

Göbekli tepenin, taş dinsel tapınaklar arasında dünyada en eski sayılan İngiltere’deki Stone Henge’ten yaklaşık 7 bin yıl daha eski olduğu dikkat çekmekle beraber esas dikkat çeken husus, Göbeklitepe tapınağının insan topluluklarının henüz toplu tarımsal üretime geçmeden yapılmış olması.

Geleneksel arkeoloji teorilerine göre uygarlık ve tapınaklar, insanlar ancak toplu tarıma geçtikten ve tüketim fazlası ürün elde etmelerinden sonra başlayabildi. Tüketebileceğinden fazla üretmeye başlayan insanoğlu düşünme ve diğer bilişsel etkinlikleri için zaman bulabildi. Ancak insanların toplu organizasyonunu ve belli bir teknolojiyi  sanat becerilerini de kullanarak, tapınaklar ve barınaklar inşa edebilmeleri de yine binlerce yıllar gerektirmiş bir süreç.

O zaman Göbeklitepe çok daha gizemli olarak karşımıza çıkar. Yaklaşık 12 bin yıl önce Göbeklitepe dinsel tapınağını gerçekleştiren ve henüz avcılık ve toplayıcılık aşamasında bulunan küçük insan grupları bunu ansızın nasıl yapabildiler?

Yine yaklaşık 12800 - 11600 yılları arasında dünyamıza yüzlerce  metre büyük parçalara ayrılarak çarpan büyük bir kuyruklu yıldız, yaratmış olduğu toz bulutunun etkisiyle yeryüzünde yıllarca süren bir buzul çağını başlatmıştı.

Şimdi birçok arkeologlar ve bilim-kurgu yazarları, Göbeklitepenin 12 bin yıllık yaşından yola çıkarak , kuyruklu yıldız çarpması sonucu yıkıma uğrayan efsanevi Atlantis uygarlığından hayatta kalabilen insanlarının, Göbeklitepe çevresinde yaşamakta olan insanlara teknoloji ve kültür aktarımında bulunmuş olabileceklerini söylüyorlar,  yazıyorlar ciddi ciddi. Çünkü 12bin yıl önce dünyaya dıştan gelen hiçbirşey yok. Hazreti İbrahimle aynı bölgede başlayan tek tanrılı dinler tarihi bile henüz ancak 4000 yaşında. Yani henüz Tanrıdan vahiy de yok.

Tüm bunları yazdıktan sonra aklıma din adamı Başpiskopos Hrisostomos’un geçtiğimiz günlerde hem de Rum gençlerine “Kıbrıslı Türklerin Müslamanlaştırılmış Ortodoks Hristiyanlar olduğu”nu söylemiş olduğu haberleri geldi. İstemeden de olsa gülümserken yakaladım kendimi. Çünkü bu haberlerin hemen arkasından oy yakalama amaçlı siyasi  salvolar geldi bizim taraftan.

Umalım ki bu dünyaya bir daha kuyruklu yıldız çarpmaz. Çarpmasın da. Ama pek iyi biliyoruz ki bu adacıkta kronikleşmiş, antikleşmiş Gıbrız sorununa elbirliği ile bir çare bulmanın koşulları, dinsel kökenli yaramazlıklar ve gevezelikler yapmakla yaratılamayacaktır.

Bu nedenle Başpiskopos dünyamıza bir kez daha kuyruklu yıldız çarparsa gençlere, dua etmenin dışında, ne yapacaklarını söylemiş olsaydı, daha sevap getiren bir iş yapmış olurdu. Böyle şey olmaz demesin, NASA’ya sorsun.

Haaa unutmadan bunu da yazayım Din İşleri Dairesi Başkanımız Talip Atalay hem de bir bilim insanı olarak,  Şanlıurfa’nın oraları çok iyi bilir, Hrisostomos’u Göbeklitepe’ye bir götürsün. Bilgilenir, gezer,  hava alır rahatlar; aydınlanır da Hz. İbrahimin diyarında. Kıbrısa geri döndüğünde de,  hem kendilerinin ne olduğunu, hem de bizlerin ne olduğumuzu,  biraz daha derinden ve mütevazi anlatabilme şansı elde eder.