Sanırım benim gibi ikinci aşısını olurken insanlar şöyle düşünmüşlerdir:

            “Yani şimdi ikinci aşıyı olduk diye herşey normale mi dönmüş oluyor?”

            Tıp adamlarından aldığımız veya duyduğumuz açıklamalar bize, ikinci aşıdan sonra bile korunmamız gerektiğini anlatıyor.  Doktorların ifadelerine göre, ikinci aşıdan en az on beş gün sonra bir kan tahlili yapılarak vücutta oluşacak antikorların yüksek olmasını gerektiriyor.

            Tıp ve bilim adamlarının “antikor” dedikleri şey, aşı sonrasında vücutaki direnç gücünü koruyacak, mikroba karşı savaş verecek bir oluşumdur, kendi algılarımla.  Yani bir savaşta kaybetmekle karşı karşıya kaldığınız zaman “takviye güç” gönderirler ya, bu da ona benzer.

            Mücahitlik yıllarımızda, özellikle Birinci Barış Harekatı esnasında bizim 30’ncu bölüğe, Yıldırım Bölüğü’nden takviye güç göndermişlerdi.  O güç, verdiğimiz savaşı veya bölge savunmasını korumaya veya o operasyonu güçlendirmeye yönelikti.

            Nedense “antikor” denince bu yaşanmışlıklarımız geldi aklıma.

            Yeniden aşıya dönecek olursak, bu sürecin henüz bitmediğini, mutlaka ve mutlaka korunmaya devam etmemiz gerektiğini görüyoruz.

            Peki diyelim ki herkes aşılandı.  Diyelim ki psikolojimiz kısmen düzeldi.  O zaman iyice gevşememiz mi gerekiyor?  Bireysel düşündüğümüzde, hayatımızın kısmen garantiye alındığını ama o garantinin oranını bilim adamları da tam olarak keşfedemiyorlar.

            Lakin yapılan yorumlar, en azından aşılanan insanların %95 hayatlarının korunduğu yönünde...

            İlk aşımı yapındığımda oradaki bir sağlık sorumlusu bana şöyle demişti:

            “Bu aşıyı yapınmakla, mutlak ölümden kurtuldunuz demektir.”

            Herhalde bu sağlık görevlisi uzman hekimlerden birşeyler öğrenmiş veya işitmiştir ki öyle söylemiştir diye düşünmüştüm.

            Şayet aşıyı bir garanti olarak görürsek, yine de hata yapmış oluruz. Önemli olan ikinci aşıdan sonra yapılacak kan testleri sonucunda antikorların vücuttaki oranının belirlenmesidir.  Şayet antikorlar sizi koruyacak düzeyde ise ne ala.  Değilse, herhalde bu durumda yeni bir aşı daha yapılmamız mı gerekecek diye bir soru geliyor aklıma.

            Şu anda içinde yaşadığımız süreçte ne kadar doktor, profesör ve bilim adamı hayatını kaybetti, bir düşünün.

            Bütün doktorlarla sağlık çalışanları her gün yüzlerce, binlerce virüslü veya virüssüz hasta ile temas ederler.  İşte o kadar korunmaya rağmen maalesef genç yaşta bazı doktorlar hayatlarını kaybediyorlar. Ne kadar acı bir şey?

****

            Koronavirüs yüzünden hayatını kaybeden Kıbrıslı doktor Halil Onalt’ın genç yaşta ölümü, adeta yüreğimize bir hançer gibi saplandı.  O hançerin yarası kolay kolay kapanmaz.  Özellikle evladını doktor olarak yetiştirip, türlü fedakarlıklara katlanan bu doktorun anne babasının çektikleri ızdırap ve acı, enginlere ve gökkubbeye sığamayacak kadar büyüktür.

            Halil Onalt’ın öğrencilik yıllarını anımsıyorum...  1972 doğumlu ve Türk Maarif Koleji çıkışlı olan Dr. Halil Onalt ideali olan tıp öğrenimini Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tamamlayıp hayata atılmıştı.  Mezun olduktan sonra hayatını İstanbul’da kurmuştu.  Hayatın insanları nereye sürükleyeceğini kestiremez insan.  Belki de Dr. Halil Onalt ailesini alıp Kıbrıs’a dönmüş olsaydı hayatını kaybetmezdi.  O bir alın yazısı mıydı?  Bence de alın yazıdır.

            Hangi doktor işinin başından kopabilir bu zamanda?  İster aşı olun, ister olmayın.  Hayatınız her zaman risk altındadır.  Onlar bu tahsili, insanlara şifa dağıtmak için yaparlar. Halbuki bütün hayatları her zaman risklidir.  Hep miktoplarla haşır neşir olurken, kendi hayatlarının da tehlikede altında olduğunu bilerek yollarına devam ederler.

            İngiltere’de yaşayan pek çok Kıbrıs Türkü de hayatlarını kaybetmiş ve o rakam gün geçtikçe daha da yükseliyor.  Bu ne illettir ya rabbim?

            Kestirmeden söylemek gerekirse, aşılarımızı tamamlasak da, yine de korunmaya devam edelim diyorum. Yine de maskemizi takalım, sosyal mesafeyi koruyalım ve dezenfektanı uygulayalım.

            Zaman zaman insanların kendilerini uzak yerleşim yerlerine attıklarını görürüz.  Hatta doktorlar da “Yazlığınız varsa, yazlığınıza gidiniz” diyorlar.

            Geçen haftalarda Karpaz yolunda kocaman bir konvoy oluşmuş koronavirüsten kurtulmak veya korunmak için.  Ne yapsın insanlar?

            İnsan bu durumu görünce adeta, “Ne yapalım?  Aya mı çıkalım?” diyesi geliyor.

            Bana göre insan hayatını var eden de, yok eden de yine insanlardır.  Hala düşünüyorum virüsün Çin’de çıkma olayını...

            Şu virüsü kimler insan hayatına soktu?  Veya büyük güçlerin bir oyunu mu bu?

            Virüs Çin’den bütün dünyaya yayılmaya başladığı zaman insanlar bazı yorumlar yapmışlardır.

            “Herhalde şu virüsü Amerika kasıtlı olarak Çin’in içine sokmuş, ama bir gün o virüsün gelip kendilerine de bulaşacağını hesaplamamıştır.”

            Amerika’yı suçlamak da yanlış olur bence.  ABD’li bilim adamları aptal mı şu virüsün insanlığın başına ne belalar açacağını kestirememesi.

            Geçmişte AİDS’in de uzakdoğudan çıktığını ve dünyaya yayıldığını yazmıştı tıp dünyası.  Kuş gribi, domuz gribi, aids ve şimdi de koronavirüs, hep uzakdoğudan dünyaya yayılmıştır.

            O bölge insanlarının gayri sıhhi şartlar altındaki yaşantıları veya geri kalmışlıkları mı bu belaları insanlığın başına getiren?

            Kısacası düşünüyor ve çareler arıyoruz, hayatımızı kurtarmak için.