Döndük dolaştık incir ipini yine ucundan yakaladık.

Kıbrıs sorununun çözümü için 1967 yılında başlayan müzakereler belki de 1000 . kez yeniden başlıyor.

Akıncı’ya göre haziranda başlayacak olan yeni süreçten olumlu bir sonuç çıkar mı derseniz, tecrübeli diplomatlar ihtiyatlı bir iyimserlik içindeyiz diye karşılık verir ki bu, ihtiyatlı bir kötümserlik anlamına da gelir.

İnce diplomasiyi, müzakere sürecine ve diplomasi muhabirlerine bırakıp, 65 yıl Kıbrıs sorununun içinde yaşayan bir Kıbrıs Türk yazarı olarak, tarafların bırakın anlaşmaya yakın olmasını, anlaşmaya niyetli olmadığını söylemeliyim.

Bu niyetsizlik, Kıbrıs türk tarafınca anlaşılır bir niyetsizlik olmakla beraber (anlaşılır çünkü şehir efsanesinin tam tersine Kıbrıs sorununda BM'nin sunduğu bütün tekliflere Türk tarafı evet, Rum tarafı hayır demiş olmasına karşın kabak hep Türklerin başında patlatılmıştır. Son örnek Annan planıdır). İş Kıbrıs Elen tarafına ve Yunanistan'a gelince niyetsizliğin de ötesinde tahammülsüzlük kendini ele verir.

Bu öyle bir tahammülsüzlüktür ki, örneğin, geçtiğimiz yıllarda Lefkoşa'da oynanan Trabzonspor- Apoel ( Kıbrıs Elen futbol takımı) maçı sırasında stadyuma Türkiye Cumhuriyeti bayrağı ile girmek serbest iken, KKTC bayrağı yasaklanmıştı ve bu öyle bir yasaktı ki tutuklama nedeni bile olabilirdi. Kıbrıs Türklüğüne, KKTC'ye Rumların tahammülsüzlüğü had safhadadır.

Dünya devletleri tarafından kabul ediliyor olmanın verdiği pratik rahatlıkla ve olanaklar bolluğu ile sorunun çözümü için muhatabı olan KKTC'yi tanımamak, görmezden gelmek diye de niteleyebileceğimiz bir rahatlık ve yüzsüzlükle, müzakere süreci devam ederken bile, Kıbrıs adası çevresinde olması muhtemel, gaz, karbon ve petrol kaynaklarının çıkarılması, depolanması, taşınması konusunda, İsrail, Mısır, Yunanistan devletleri ile ve Exxon, Total, Eni gibi büyük şirketlerle de anlaşmalar yapan Anastasiedes başkanlığındaki Kıbrıs Cumhuriyeti'nin, tüm Ada üzerindeki egemenlik iddialarından vazgeçerek, egemenliği herhangi bir oranda KKTC (Kıbrıs Türk halkı) ile paylaşacağını düşünmek iyi niyetin, hatta saflığın ötesinde bir beklenti olur.

Öte yandan

Denktaş ve Makarios arasında 1977 yılında yapılan ilk doruk anlaşmasından beridir ki taraflar 'iki bölgeli, iki toplumlu federal Kıbrıs' diye bir zikr içindedirler amma bu zikrin fikri Kıbrıs Elenleri tarafından ÜNİTER DEVLET olarak anlaşılmakta ve 1980 sonlarından itibaren de Kıbrıs Türkleri için kâh KONFEDERASYON, kâh siyasal eşitliğe dayalı federasyon olarak anlaşılmaktadır.

1977 yılından beridir tarafların, ve başta BM olmak üzere tüm üçüncü tarafların da söz birliği ettiği federasyon sonucuna bir türlü ulaşılamamış olunmasının altında yatan en temel gerekçe, Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan'ın federasyon postuna bürünmüş ÜNİTER DEVLET tezinden bir adım bile gerilememiş olmasıdır.

Kıbrıs Rumlarının bu sebatlı staratejisinin, yeniden başlayacak görüşmeler sürecinde, garantörlük müessesinin peşinen kaldırılması  önceliği ile ele alınması taktiği ile yeni bir aşamaya gelmesi ihtimali bir hayli yüksektir ve bu konuda KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ile Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri bir hayli zor ve incelikli görev ile karşı karşıya olacaktır.

Kıbrıs Rumları ile Yunanistan'ın bu aşamada Türkiye'yi suçlu sandalyesine oturtmaktan başka bir amacı yoktur.

Akıncı buna ne diyecektir, amacı bu olan oyunun oyuncusu olmak tehlikesi yüksektir.