Dünden Devam
  Türkiye’nin AB ile müzakerelere resmen başlamış olduğu 17 Aralık 2004 tarihi ile birlikte Kıbrıs konusu, hiç olmaması gereken AB ile yapılan müzakereler zeminine taşınmıştır! 
 Ülkemizin AB ile yapmış olduğu görüşmelerin son 14 yıllık tarihsel sürecine bakıldığında ve açıklanan her ilerleme raporunun odağında, güney Kıbrıs Rum kesimini tanıyın baskısı gelmiştir! 
 Bu baskı; tüm AB üyelerine ama özellikle Yunanistan ve bu birliğin içinde olmaması gereken güney Rum kesimine aittir!
Kıbrıs konusunun çözümünün BM zemininde gerçekleşmesi gerekliliğinin iki de bir gündeme getirilmesi de bir çözüm sağlamayacaktır. Bunun nedeni ise yukarıda tarihsel sürecini belirtmiş olduğum Güvenlik Konseyi kararları ile net bir şekilde ortaya konulmuştur.    
 BM. ve AB’nin Kıbrıs konusunu çözüme kavuşturabilmesi için Rum tarafının dayatmış olduğu ve ‘Rum Ulusal Konseyinin’ 65 yıldır değişmeyen tüm taleplerinin Kıbrıs Türk Halkı tarafından kabul edilmesi gerekliliği vardır!
 Bu gerekliliğin hedefindeyse; Kıbrıs’ın bir Yunan adası olması, yani sonucunda Enosis vardır!
 Ancak, böyle bir sonucu; ne Kıbrıs Türk Halk’ı, ne de Türk Millet’i asla onaylamayacaktır.
 İşte Kıbrıs Milli Davamızın 68 yıllık BM, 14 yıllık AB süreci; yukarıda özetlemeye çalıştığım bu gerçeklerden ibarettir!
 SONUÇ:

  1950’li yıllardan günümüze kadar geçen süreçte:
  Kıbrıs sorunun BM ve AB zemininde çözümüne yönelik pekçok öneriler, pekçok planlar ve taraflar arasında yürütülen pekçok müzakereler yaşanmıştır. 
  Bu görüşmelerin tamamında ve ada da yaşanan tarihsel olayların 68 yıllık geçmişinde daima mağdur olan Kıbrıs Türk Halkı olmuştur. Ortaya konulan tüm uluslararası çözüm paketlerinin içeriği, Rum’un istediklerine uygun olarak hazırlanmış ve Kıbrıs Türk tarafına bu talepleri kabul edeceksin denilmiştir!  1955-1974 yılları arasında yaşanan o acılı yıllar, Rum’lar tarafından köyleri yakılıp yıkılan, topluca katledilen ve kendi topraklarından sürülerek yıllarca göçmen çadırlarında yaşayan Kıbrıs Türk’lerine uygulanan bu insanlık ayıbı ve kendi topraklarındaki yaşam haklarının gasp edilmesi nasıl göz ardı edilebilir?
 Uluslararası camianın temsil edildiği böylesine büyük kuruluşlarda, bu kadar haksız bir uygulama olabilir mi?
 İnsan haklarının savunulduğu güçlü platformların bu insanlık ayıbına olan tepkisizliği nasıl izah edilebilir? 
 İnsanlık değerlerinin ölçüsü, sadece onların tekelinde midir? 
  Kıbrıs Türk’ü; 20 Temmuz 1974 tarihinden bu yana, ada da barış içerisinde hür ve egemen bir hayat sürmektedir.
  Kıbrıs Türk’ü; Anavatan Türkiye’nin desteğiyle 44 yıl önce kavuşmuş olduğu hürriyetin ve egemenliğinin, 35 yıl önce kurmuş olduğu devletinin bedelini kanı ve canı ile ödemiştir.
  Bu devletin hiç kimseye verilecek ne bir karış toprağı vardır, ne de bir borcu. 
 Bu nedenlerden dolayı;
 Kıbrıs Türk Halkının kendi topraklarında ve kendi iradeleri ile kurmuş oldukları K.K.T.C’de:
Yaşam hakkının yasallığının ve kutsiyetinin gözardı edilmesinin ısrarcılığını halen sürdüren bu iki kuruluşun almış olduğu dayatmacı ve Rum’a teslim olun kararları, bu kararların uygulanması yönünde oynadıkları rol ve arabuluculuk gayretleri, kahraman ‘Kıbrıs Türk Halkının’ vatan sevgisi ve özgür iradeleri karşısında yok olup gitmeye mahkûmdur.
  Kıbrıs Türk’ü; 1878 yılından beri Ata’larından devr almış olduğu emanete asla ihanet etmemiştir.
 ’Türklüğün Serdarlığını’,‘Şüheda’nın Türbedar’lığını’ yaparak, kendi istiklal savaşını vermiş; binlerce can bedeli ödeyerek, 1974’te Mehmetçik ile kucaklaşmış ve kendisine anasının ak sütü gibi helal olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.
 35 yıldır, bu devletin tüm ortak değerleri ile yaşayan Kıbrıs Türk Halkı; bu güne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Hükümetleri ne dediyse onu yapmıştır. 
 Türk Millet’inin ayrılmaz bir parçası olmanın sadakatinden asla ödün vermemiştir. Özellikle son dönemde K.K.T.C de yaşayan Rum işbirlikçilerinin; bilinen dış güçlerin dolar ve avroları ile sulanan bu ayrık otlarının varlığı, bu ‘Gazi Topraklar’ da hiç bir şey ifade etmemektedir.
 Annan planı dönemini iyi bilen Kıbrıs Türk Halkı,  devletinin varlığı ve yaşatılması konusunda kararlıdır.
 Hiç şüphesiz; Anavatan Türkiye’nin adada ki yaşam şartlarının yükselmesi amacıyla vermiş olduğu ekonomik desteğin sağladığı avantaj ve son dönemde bu yolda ortaya konulan büyük ve başarılı yatırımlar ile büyüyen K.K.T.C ekonomisinde, bu ekonomiye katkı koyan özel sektör kanalıyla uluslararası ilişkiler yönünden de önemli adımlar atılmaktadır.
  Ancak 65 yıldır BM’lerde alınan kararlar ve son 10 yıldır da AB süreci ile ilgili olarak yapmış olduğum yukarıdaki değerlendirmelerim ışığında; 8 Eylül 2008 tarihinden beri devam eden Kıbrıs müzakerelerinin bu gün gelmiş olduğu noktaya baktığımızda:
  Bir tarafta, Liderler arasındaki varılan mutabakatların kendisine neler kaybettirdiğini bilememenin endişesini yaşayan Kıbrıs Türk Halkı. 
  Diğer tarafta ise AB’ye alınmanın rahatlığı ve küstahlığı ile hareket eden Rum’lar vardır! 
  Bu güne kadar seçilmiş hiç bir Rum liderin hayır demediği/diyemediği Rum Ulusal konseyinin her dönemde açıklamış olduğu kararlar etrafında, Rum’lar topyekûn bir biçimde kenetlenmişlerdir.          

Devamı Yarın