Dört taş ve bir top yeterliydi.
Bir alçı parçası ile sokağa, asfalta çizilen bir ayak haritası ile bütün bir gün geçerdi.
Kısa bir dal parçası daha uzun bir sopa ve iki taş ile kurulurdu lingiri ocağı  ve gün akşamı bulurdu oyunla.
Leblebi idi yemiş.
Kiraz mevsiminde ve sadece bir defa. 
Çocuktum herkes gibi ve mutluydu bütün çocuklar hatta mahallebi çocukları bile.
Oynuyorduk.
Seviyorduk seviliyorduk hesapsız.
İş aş peşinde bir de evlatlarını kazasız, belasız, amansız ayıpsız büyütmekti anne babaların derdi. Kimseye muhtaç olmadan yaşamakk.
Ahhh yaşamak ne güzeldi.
Şimdi mi.
Muhtaç etmek diye bir öncelik var hayatın kurgusunda. Ne yazık ki var.
Muhtaç olmayanlar da var elbet ama az hem de çok az.
Düzen muhtaç ediyor, dünya düzeni dediğiniz şey.
İşin kötüsü muhtaç etmek, muhtaç olmak ağırına gitmiyor kimselerin, nerdeyse kimselerin.
Sıfır kuruş harcama ile kurulan ve mutlu huzurlu eden oyunlar yok artık.
Daha da kötüsü,  babalar anneler, dayılar halalar tonla denebilecek paralar harcıyorlar oyun için, kendileri oynasın diye, akıllı diye pazarlanan telefonlara ve oyun konsolu denen saçmalıklara.
Ah ben nasıl da kirlendim büyüdükçe.
Ah nasıl da kirlettim hayatı ve dünyayı.
Kirlendikçe kirlettim ve kirlettikçe kirlendim.
Tertemiz bir çocuktan nasıl da kirli ve kirleten bir yetişkin yaratıyoruz.
Biz bunu hep yapıyoruz.
Hep yapıyoruz da neden yapıyoruz.
Şarkının dediği gibi kirlenmem ve kirletmemde dünyayı suçlayacak değilim.
Biz seçiyoruz ve yanlışı ve kiri.
Suçluyum ve ayağa kalkıyorum anne.
Beni affet.