Ne yaşanan güzellikler ne de zorluklar devamlı değildir ve olamaz da. Bu çok genel bir tanımlama oldu: söylemek istediğim, hayatın bireysel anlamda ve toplumsal anlamda “dönme dolap” gibi olduğu ve “üstteyken” elde edilen maddi ve manevi kazanımların bir miktarının da hemen tüketilmeyip depolanarak ya da biriktirilerek “alttaki” zamanlara saklanması aktarılmasının, yaşama sanatının ya da mücadelesinin kaçınılmaz bir davranışı olduğudur.
İnsanların ta avcılık toplayıcılık zamanlarından kalan bu davranış, elde edilen tüketim maddelerin bir miktarının saklanarak, “kesat günler” için korunmasını içerir. Binlerce yıl içerisinde gelişen uygarlıklar sayesinde, mal ve hizmet değişim   aracı olarak, kıymetli madenler veya para olarak da insanlar tasarruf etmeyi, bu birikimleri de yatırımlara dönüştürmeyi öğrenmişlerdir. Taşınır ve taşınmaz mallar da ekonomik anlamda birikimler olarak değerlendirilir.
Kıbrıslı Türkler olarak Doğu Akdeniz’in 3. Büyük adasında yüzyıllardır toplum olarak, siyasal varlığımızla bir halk olarak yaşamımızı sürdürmekteyiz. Kıbrıs’ın bir ada olarak stratejik coğrafi konumu nedeniyle, tarihin her döneminde bölgesel ya da dünyasal güçlerin ilgisini çektiği, bu nedenle de çoğu zamanlarda başta Akdeniz kıta ülkeleri olmak üzere birçok hegemonik gücün yönetimine girdiğini, etkisinde kaldığını tarih kitapları yazmaktadır.
1959-60 uluslararası antlaşmaları ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası çerçevesinde, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti toprakları üzerinde iki siyasal eşit toplumdan birisi olarak, Kıbrıs Türkleri,  Rum toplumu ile kurulan ortak devletin egemenliğinin de ortağıydılar. BM’de halen üye olarak kayıt altına bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti de; bu cumhuriyettir.
Resmen iki toplumlu kurulmuş olarak Kıbrıs Cumhuriyeti 1963 yılında sayıca daha faza olan Rum toplumu tarafından, Kıbrıs Türklerinin devletten silah zoru ile dışlanmasıyla tek(Rum) toplumlu bir Cumhuriyete dönüştürüldü. Rum tarafının bu hareketi  tek taraflıydı, tek yanlıydı ve 1963 yılından beri birçok alanlardaki zorlamalarla Kıbrıslı Türklere kabul ettirilmeye çalışılıyor.
Kıbrıs Türk  toplumunun yüzyıllardır adadaki varlığıyla ve verdiği toplumsal  mücadeleler sonucu elde etmiş olduğu siyasal ortaklık birikimlerine el koyma girişimleri de maalesef hala devam ediyor. Amaç, Kıbrıslı Türkleri  siyasal eşitlk seviyelerinden tamamen soyutlayarak, Kıbrıslı Rum toplumunu adanın tek egemen gücü haline getirmek. Yaşanan tarihsel olaylarla kanıtlandığı gibi komşularımızın siyasal ve ideolojik emelleri burada  kalmıyor. Nihai amaç Kıbrıslı Rumların egemenliğindeki adayı uygun bir zaman ve ortamda Yunanistan’la da birleştirmek düşünce ve eylemleri her zaman da su yüzüne çıkıyor.
Bir düşünün. Aslında herkes düşünsün. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti iki toplumlu bir ortaklık devleti olarak yaşatılabilmiş olsaydı, gerek Kıbrıslı Rumlar gerek Kıbrıslı Türkler 55 yıldır yaşadığımız , yaşamak zorunda kaldığımız olayları ve her çeşit zorlukları ve sorunları yaşarmıydık?
Sorunlarımız, zorluklarımız gailelerimiz gene olurdu ama ben inanıyorum ki bugünden çok daha iyi durumlarda olurdu herkes ve Kıbrıs da “bölünmezdi” ve “bütün” kalırdı. İki toplumlu olarak bütün kalamayan Kıbrısın bölünmesi kaçınılmazdı.
Tek taraflı ve tek yanlı kararlarla, tek toplumlu  bir Kıbrıs Cumhuriyetini tercih edenler, Kıbrıslı Türklerin de tek yanlı hareketlerine ve kararlarına neden anlayış göstermekte zorlandıkları onların ancak niyetleri ile ilgili olabilir.
Kıbrıslı Rumların da çok yakın bir geçmişte hem de solcu başkan Hristofyas döneminde Yunan devlet tahvillerine yaptıkları yatırımlar nedeniyle, Yunanistanla beraber büyük bir ekonomik çöküntü yaşamış olduklarını ve hala yaşadıkları da biliniyor. Bu nedenle Kıbrıslı Rum hükümet sözcüsü ve Dışişleri bakanı başta olmak üzere, Rum yetkililerin, halen yaşamakta olduğumuz ekonomik krizi fırsat bilip bunu bizlere karşı psikolojik bir savaşa dönüştürme gayretleri tiksindirici olmaktan da ötedir. Makarios caddesi olarak bilinen yolda, hala daha, yaşanmış olan ekonomik kriz neticesi kapalı olan açılamayan dükkanları nasıl canlandıracaklarını düşünseler daha iyi ederler.
Bir de utanmadan, çocukları kandırdıklarını zannederek, bunun üzerinden siyasal rantlar da elde etmeye çalışmaları, gülünç olmaktan da öte.
Cumhurbaşkanı Akıncı da birçok kez dillendirdi. Geçtiğimiz yıl Temmuz ayında çöken Crans Montana Kıbrıs görüşmeleri sonrasında bizzat Rum lider Anastasiades’in girişimleriyle, AB-Kıbrıs Türk uyum çalışmaları askıya alınmış, ortak komitelerin çalışmaları durdurulmuştur. “Ya bizimle bizim istediğiniz gibi anlaşırsınız ya da, dış dünyadan kopuk yerinizde sayarsınız” diyor Rum lider.
Bunlar bir yana, Rum Yönetimin kuzey Kıbrıs’taki üniversiteleri kötüleme ve dünyadaki akademik kurumlarla ilişkilerini koparmaya yönelik girişimlerinin halen devam etmesi de hangi iyi niyetle izah edilebilir. Başta turizm olmak üzere dış ticaretimizi baltalayıcı girişimleri de her gün ayyuka çıkmaktadır.
Açıkça görülmektedir ki Rum tarafının hayalinde “ bıkmış, bezmiş usanmış kendi başına bakamayan, ihtiyaç ve fakir Kıbrıslı Türkleri bir gün gelip teslim alma” güdü ve beklentileri vardır.
Yazımızın başlığını Napacayıg? diye koydum..Yapacağımız, yapmak zorunda olduğumuz, bu adanın eşit siyasal ortakları olarak kendi tarihimize de kendimize de toplumsal anlamda sahip çıkarak, uygar ve barışçı insanlar olarak yolumuza devam etmektir.
Yıllardır kendi üniversitelerimizde çok iyi yetişmiş insan kaynaklarımız var. Bu kaynaklar bu günler içindir. Kaptanın değil kaptanların da en iyisi fırtınalı denizlerde belli olur. Kendi içimizdeki en iyi kaptanlarla bu fırtınaları da atlatacağız.
Yaşanmakta olan zorluklardan ve sorunlardan gerekli dersleri çıkararak, kazanacağımız deneyimlerle daha güçlü olacağımızı, geçmişte yaşanılan olaylardan çok iyi biliyoruz.
Bu tekerlek de dönecek. Böyle kalmaz. Bu adada onurumuzla, emeğimizle üreterek, adaletli bir düzende, uygar insanlar olarak yaşamaya bizlerin de hakkı vardır ve bu hakkı kimselere kaptırmayacağız. Yapacağımız bu; özverileri adilce bölüşmek birinci mutlak koşuldur.