Taksim bir semboldür. Halkın bunca yıldır süren AKP iktidarına karşı duyduğu rahatsızlığı dile getirdiği bir semboldür. “Huzur İslam’da” diyenlerle “Huzur İsyanda” diyenlerin oluşturduğu bir ülkeyiz. Huzur İslam’da diyenlerin belli bir kesimi de isyanı tercih etmektedir. İsyan, demokrasi adına kendinden olmayanı dışlayan, küçük gören, aşağılayan yönetim biçiminedir. Kendini baskı altında hisseden, cumhuriyetle gelen laik hayat tarzının olanaklarını yok edeceğini düşünenlerin isyanıdır. Edepli, isyan ahlakına dayalı isyandan söz ediyorum. 
 Laik hayat tarzı basite indirgenerek giyim kuşam, el ele tutuşma, içki içme gibi anlaşılıyor. Oysa laik hayat insana duyulan sevgi ve saygıyla yürütülen fikirlerin ve vicdanların özgür olduğu hayattır. Kendi hayat tarzını, inancını, değerlerini seçebilme özgürlüğünün adıdır. Laiklik, iktidarın iddia ettiği gibi yalnızca devlete ait bir özellik değil, bireyler de laik olur. Laik birey, yukarıda sözünü ettiğimiz özellikleri taşıyan hayat tarzı içindeki bireydir. 
Gezi Parkı’nda olanların ortaya çıkardığı sorunlardan biri de gençlerden öğrenemiyor oluşumuzdur. Biz büyükler, sürekli olarak onlara bir şeyler öğretmeye kalkıyoruz. Onlardan öğrenemedikçe bu ülkeye tam anlamıyla demokrasi gelmeyecektir. Çekip çevirdiğimiz, yön verdiğimiz, başlarını önüne eğdiğimiz, yeminler ettirdiğimiz insanlar genç olmadığı gibi; ses çıkarmayan, kendi başına düşünemeyen, güçlü olanın çekiminden çıkamayan biyolojik yaşı genç insan da elbette genç değildir. 
İktidarın maskeli görünüşü bir ölçüde çözüldü, maske belli bir kesim için düştü. Kimler için düştü? Arada olan, sandığa gitmeyen ve kendine liberal diyen kesim için maske düştü ama bu düşme sandığa çok fazlaca yansımayacak. 
Çocukların bu kalkışmasını Türkiye’nin mana tarihi yazacak. Bu kalkışmanın filmleri yapılacak, romanları yazılacak, şiirleri söylenecek, destanlaşacak. Hayatımıza, insanlar arasındaki ilişkilerimize, siyaset yapma tarzımıza, uluslararası ilişkilerimize bu yaşananlar belli ölçülerde etki edecektir. İktidar şunu merak ediyor mu? Bu hikâyenin neresinde olacak? İktidar yaptığı hataları ne denli örtmeye çalışırsa çalışsın bu mana yarası kolay kapanmayacak. 
  Kendimizi yeniden gözden geçirme tavrını ve etkinliğini kazandık. İnsanlarınız hayatlarını kaybetti, ağır yaralanmalar oldu. Bu olayların yaratacağı fiziksel ve ruhsal travmaların uzun yıllar bu ülkenin mana tarihinde silinmez izleri olacaktır. 
  Çocuklar şunu gördüler; farklı görüşlere, inançlara sahip olsalar da birlikte yaşayabilirler. Bu ülkenin insanları farklı görüş ve yaşayışlarıyla zulme karşı başkaldırabileceklerini gördüler. Birbirlerine düşman ve yabancı olmadıklarını anladılar.  
 Evet, ne oldu? Çocuklar “biz de varız” dediler. Çocuk derken, iktidarın tehditlerine karşı kendini var etmek isteyen yaşlı-genç, kadın-erkek her sınıftan, her etnik kökenden, her inançtan insan çocuktur. Düşünen insanı kastediyorum Düşünen insan çocuktur. Çocukların özgür olmadığı bir ülkede demokrasi olmaz. Bu iktidar çocuklara şekil vermeye kalktı; elbette kendi gibi yaşayanlara okullarıyla, kurslarıyla, burslarıyla şekil verebilir. Ancak bu ülke, iktidara oy verenlerin ülkesinden ibaret değil. Bu ülke kendi olmak isteyen, özgür olmak isteyen, arayan, araştıran soruşturan, zeki, yaratıcı, esprili, muhalif çocukların da yetiştiği bir ülkedir. Bu ses, iktidara karşı yükseltilmiş yaşlı, genç, kadın-erkek çocukların sesidir. Kulakları olan işitsin!