“Adalet mülkün temelidir” özdeyişi temel hukuk kitaplarımızda yer alan ve herkes tarafından da yaygın olarak bilinmekte olan bir deyimdir. Burada geçen mülk sözcüğü, günlük olarak çok sık kullanılmakta olan “mal-mülk” sözcüklerinin sınırlarını da aşan bir şekilde devlet anlamında geçmektedir. Demek ki yukarıdaki özdeyişle esasta anlatılmak istenen “adeletin devletin temeli” olduğudur.
Peki o zaman adalet ne ola ki devletin temeli oluyor? Devlet, bir araya gelerek belirli kurallar içerisinde bir toprak parçası üzerinde, bir arada yaşamaya karar vermiş olan insanların, bir halkın ya da ulusun veya bir toplumların oluşturdukları kurallar sisteminin bütünüdür. Doğaldır ki bu sistemi yaşama geçirecek olan kurumlar da,  devletin ana kuralları yani anayasası ve yasaları çerçevesinde oluşturularak yurttaşların yaşamları adaletli bir denge içerisinde bir düzene oturtulmaya çalışılır.
Bu düzen içerisinde bireylerin ait oldukları aile veya zümreye ve sınıfa bakılmaksızın, herkesin hukuk önünde eşit olmaları, kanun önünde hak ve sorumluluklarının, varsa yetkilerinin de gözetilmesine yerine getirilmesine çalışılır.
Çalışma yaşamının günümüz hukuk devletinin en önde gelen varlık alanı olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Bireysel ve toplumsal yaşamın sürüdürülmesi,  hatta daha ileriye taşınması için ihtiyaç duyulan mal ve hizmetlerin üretilmesi ve bu üretimin devamlılığında devlet sektörü ve özel sektör denen alanlarda çalışanlara ihtiyaç vardır.
Çalışanların devlet sektöründe işe alınmalarında hangi prosedürlerin izleneceği yasa ve tüzüklerle belirlenmiştir. İşe başlama tarihiden emekli olana kadar devlet sektöründe çalışanların hak, yetki ve sorumlulukları her aşamada yasaların güvencesi altındadır. Özellikle ülkemizde devlet çalışanlarının büyük bir bölümünün sendikalı olmaları da, devlet sektöründe çalışan emekçilerin maddi ve manevi haklarının korunmasını  adalet yönünden iyi bir düzeye çıkarmıştır.
Kuzey Kıbrıs’ta özel sektörde çalışan insanlarımız , devlet sektöründeki emekçilerle kıyaslanamayacak ölçüde, çok düşük sayılabilecek gelirler ve diğer özlük ve sosyal haklara sahiptirler. Özel sektörün hizmet ve reel üretim alanlarında istihdam edilmiş olan emekçilerin çok büyük çoğunluğu hem sendikal örgütlenmeden uzaktırlar hem de bu alandaki örgütlenmeleri işveren baskısı nedeniyle mümkün olamamaktadır. Böyle olunca da bu alanda ücretlerden tutun, tanınan sosyal haklara kadar tatmin edici oranlarda bir hak ve adaletli uygulamadan söz etmek çok zordur.
Özellikle ülkemizde çok hızlı bir şekilde gelişmiş üniversite olayından sonra, birçok alanlarda nitelikli elemanların sayısının hızla artması emek pazarındaki dengeleri işverenler leyhine bozmuştur. Bu durum, yıllarıdır özel sektörün değişik dallarında verimli olarak çalışmakta olan emekçilerin, kıdem itibarıyla ücretlerine yapılması gerekli olan haklı artışlardan kaçınılmasını ve  düşük ücretli yeni istihdamlarla tehdit edilmelerini getirmiştir.
Yeni hükümetin , çalışma hayatından sorumlu bakanlığının ülkemizdeki kamu-özel sektör ücretleri dengesizliğinin giderilmesi yönünde çalışmalar yapması, adımlar atması yıllardır gecikmiş bir uygulamadır.
Özel sektörde nitelikli veya niteliksiz emeğini vererek hayat veren tüm çalışanların, evet, bir bir ve tek tek ele alınarak, günde kaç saat çalıştırıldıkları, bunu kaç yıldır ne kadar ücrete yaptıkları, veriler olarak devletin bilgisine gelmeli getirilmeli ve iş yaşamı ve sosyal adalet doğrultusunda da hareket edilerek yasalar uygulanmalıdır.
Eğer adalet devletin temeli ise, özel sektörde hizmet veren emekçilerin de bu adalete kavuşturulmaları gerekir. Serbest pazarın aşırı liberal fırtınalarına karşı, devletin yurttaşlarını koruması yönünde atacağı adımlar, özel sektörün aşırı kazanç ve olsa olsa bazı lüks harcamalarından adaletli bir kesinti yapmasını gerektirecektir. Görünen köy kılavuz istemez derler, hükümet bir baksın hem de yakından baksın bakalım, özel işverenlerimizin kazançlarına ve yaşam standartlarına bakıldığında, ücret olarak çalışanlarına ödedikleri adaletli mi değil mi?
Hak ve adalet ölçüleri, neo-kapitalist anlayışların vahşi, acımasız ve insanlık dışı vahşi ormanlarının insafına bırakılmamalıdır. Bırakılırsa eğer, ortada devlet de kalmaz, sermaye de kalmaz. Çalışma bakanlığı da sendikalarımız da özel sektöre özellikle eğilmeli bu yeni dönemde. Takipteyiz.