Son bir hafta içinde sahillerimize tamı tamına dokuz ceset vurdu.  Özellikle Karpaz burnu açıklarında sahile vuran cesetlerin koktuğu ve yaşlarının da 35 civarında erkekler olduğu belirlendi.
Bu insanların adını “Umut Yolcukları” koydu bazı gazeteciler ve yazarlar.  Gerçekten onlar, tam bir umut yolcusudurlar.
Bir an için kendimizi onların yerine koyalım ve empati yapalım. Savaşın korkusunu  yaşayan bu zavallı insanlar kendi topraklarını terkederek bir gelecek için “umuda yelken” açarlar da, maalesef hedeflerdikleri özgür topraklara ulaşamazlar.
Geçmişte de buna benzer “umut yolcuları”nın  çoğu kez ya botları batmış, ya da normalden fazla gemi veya bota yükeleme yapılmış ve dolayısı ile bindikleri araç, alabora olunca mavi sularda can vermişlerdi.
Kim bilir bu insanlar yangından ve ölümden kaçarken ne kadar para ödemişler üç kağıtçı gemicilere.
Genellikle böyle durumlarda pek çok istismarcı ve çıkarcı insan türer.  Yani “Zengin olmanın tam zamanı” dercesine binlerce doları ceplerine atan bu ahlaksız ve vicdansız insanlar, değil o zavallı insanları özgürlüklerine kavuşturmak, masmavi sulara gömülmesine neden olurlar.
Gerçekte “Özgürlük” bir kavramdır.
İnsanların kendi toprakları ve demokrasi için savaş verirlerken, her zaman “özgürlük” kelimesi kullanılır.
İşin en kötü yanı, kendi ülkelerinde yaşadıkları zaman bile özgür olamamanın verdiği sıkıntı daha büyük bir dramdır.
Mesela bizim Kıbrıs savaşlarında güneyde kalan kardeşlerimizi Rumlar Ağustos sıcağında bir stadyumun içine tıkmışlar.  O stadyumdan “özgür” olmak için kamptan kaçan kardeşlerimiz, sanki dışarıda gerçek anlamda özgürlük varmış gibi kendilerine yeni bir çıkış yolu aramışlar.  Yani bir ülkede “özgürsünüz” ama gerçekte özgür değilsiniz.  Yani özgür olduğunuzu sandığınız topraklar, daha büyük tehlike arzetmektedir.
Bu mültecilerin durmu da buna benzer.
Diyelim ki bu insanlar denizleri aşıp bir ülkenin sınırlarına geldiler... Veya umut ettikleri bir ülkenin sahillerine çıktılar.  Orada hemen sahil güvenlik tarafından tutuklanıp içeri atılırlar, sonra da onları sınır dışı ederler.
Yani sahipsiz olmak kadar kötü bir şey olamaz.
Çok gelişmiş ülkeler bu türdeki mültecilere pek kucak açmazlar.  Bu durumdaki mültecilere tek kucak açan ülke Türkiye’dir.
Bana göre kendilerini sınır ötesinde Türk topraklarına atıp orada tutunan Suriyeliler çok şanslıdırlar.  Çünkü Türkiye bir insanlık örneği vermiştir.  Anımsadığım kadarı ile Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteci sayısı üç milyon civarındadır.  Yanılabilirim de ama epeyce Suriyeli mülteci Türk sınırlarını geçmişer ve onara çadırdan bir köy kurmuşlar.  Hatta sadece çadırdan köy değil, prefabrik köy kurdular diyebiliriz.
Bu insanlar iş isterler, aş isterler, çocuklarına okul isterler ve bir gelecek isterler. Kim verecek onlara bunları?  Türkiye verebildiğini verdi ve vermeye de devam ediyor, ama savaş bitince kendi topraklarına dönebilecekler mi, kurdukları yeni düzenler açısından.
Mesela dünyayı sarsan bir fotoğraf yakalamıştı bir muhabir.  Sahilde kumlar üzerinde yatan ve dalgalar onun cansız bedenini yalarken o görüntüyü yakalayıp gazetelere basan muhabir önemli bir ödül almıştı.
Gerçekte önemli olan ödül değil, o ödülün verilmesine vesile olan o zavallı cansız bebekti.
Ne kadar dramatik değil mi?   Acı ve gözyaşlarına mazhar olan bu görüntüler de gerçekten acı ve dramatiktir, sahillerimize vuran cansız insanların bedenleri.
Genel anlamda her ülkenin kendine göre düzeni ve bütçesi vardır.  O bağlamda birçok ülke hem maddi, hem da manevi açıdan sarsıntı geçirmek istemez içlerine göçmen almakla.  Lakin her zaman vurguladığımız Büyük Türkiye bunun da üstesinden geldi.  Ta ki Suriye’nin belli topraklarına dönüş yapan mültecilerin huzur bulmasına kadar.
Batı, “Biz AB’yiz” derler de vicdan muhasebesi yapmazlar.  O vicdan muhasebesini yapmayan ülkeler, gerçekte kendi sosyal ve demografik yapılarının bozulmasını pek istemezler.
Şimdi sorguluyorum!
Bu durumdaki insanların sonu ne olacak?
Sahillerimize yine cansız insan bedenleri vuracak mı?
Bunun cevabı “insanlık” denen fotoğrafın içindedir.  Kısacası sahile vuran zavallı insanların cansız bedenleri...