On dördüncü yaşını bitirip de on beşinci yaşından gün almaya başladığında, babası alıp onu karşısına anlatmıştı o ağacın altında.

Doğduğun gün ekmiştim bu ağacı, birlikte büyürsünüz kök salarsınız diye.

Aklı arkadaşındaydı, çıktığı arkadaşında, yok hayır birlikte dağa filan çıktıkları yoktu. Ne demekse, bir kız ile bir oğlan sevgili olmuyordu artık, takılıyorlardı ya da çıkıyorlardı.

Ne alâka be baba dedi. Ağaç ile ben birlikte büyüyecem, böyle mantıksız bir şey mi olur. Altı üstü bir ağaç, soğuk günlerde kesip, yakıp ısınmaktan başka ne işe yarar ki.

Baba ne diyeceğini bilemedi sustu.

Ağaç bu sözleri duymuş muydu.

Yıllar yılları kovaladı, onbeş olan yaş otuza dayandı.

 O doğduğunda Girne küçücük bir sahil- liman- balıkçı kasabasıydı.

Şimdi bir kent ucubesi.

Ucube bir kent haline niye mi gelmişti Girne.

Sakın sormayın sahiplerine.

Evet sahip diyorum bile bile sokağın, mahallenin, şehrin sahibi değil sakini olunduğunu.

Çok kısa sürdü Girne’ye yerleşenlerin sakinliği. Sakinlerinin ilk çocukları yirmili, otuzlu yaşalara gelince sakini kalmak değil sahibi olmak istediler.

Sakinleri satmaz sokağını, mahallesini şehrini, sahiplik öyle değil işte, sahip olan birey bir an önce paraya tahvil etmek ister sahip olduğu şeyi-şeyleri

On beş yıl önce babasının kendisine ne söylediğini bir an bile hatırlamıyor olması bir yana, ilkokula giderken komşu kızı Zehra’yı  o ağacın altında öptüğünü ve bunun ilk öpüşmesi olduğunu da anımsamadan, önemsemeden ve ilk rakısını o ağacın altında Raif, Hüseyin, Devrim’le birlikte içtiğini de boş vererek, pazarlığa girişiyor emlakçi müteahhitle, iki daire karşılığında devrediyor evini, doğduğu büyüdüğü evini.

Rahattır artık, iki dairesi olacak ve yüz bin de Türk lirası var hesabında.

Bu gece bet oynamaya, hatta kollu makinelere gidebilir.

Yarın çok önemli bir aktivitesi var. GİRNE’MİZİ BETON ORMANI YAPAMAZSINIZ eyleminde pankart açıp slogan bağıracak.