“Sevgiyi paylaşmak” ifadesi nedense bende bir çağrışım yaptı, televizyonda acılı insanların hayatlarını izleyince.  Ve sevginin mutlaka paylaşılması gerektiğini düşündüm.

            Kavramsal olarak “sevgiyi paylaşmak” nedir?

            Sevgi, insan yapısında ve ruhunda var olan güçlü bir histir.  Biraz da aileden gelme bir olgu olduğunu düşünüyorum.

            Hayatın gerçeklerinde pek çok olayla karşılaşmışız.  O karşılaşmış oluğumuz olaylar, aile içi sevgiler ve çatışmalar, anne-baba-evlat üçlemindeki yapı ve kardeş kardeşe olan bağlar tümden sevginin fotoğrafıdır.

            Bir de şu sözler dökülür zaman zaman dudaklarımızdan...

            “Siz parayla sevgiyi satın alabilir misiniz?”

            Veya “Para herşey değildir” sözleri...

            Sosyolojik yapıda sevginin oluşumu, büyük başarıları da beraberinde getirir.  O başarı, beşikten mezara kadar sürüp gider.  Yüreğinde zerrece sevgi barındırmayan insanlar, acımasız ve kırıcı olurlar.

            Hayatın akışında o kadar zengin, o kadar fakir insanlar gördük ki, dramatik unsur olarak romanlarımıza yansıtıyoruz gözlemlerimizi.  O gözlemlerin temelinde şöyle bir düşünce vardır, yazarlar açısından.

            “Yazarın yazdığı kendi derdidir” der dramaturglar.

            Tarihin basamaklarında dolanırken, Osmanlı Padişahlarının veya taht varislerinin birbirlerini çıkarlar için nasıl katlettiklerini gördük.  O nedenle değil mi ki tarihin yapraklarına düşmüş, Osmanlı’nın keskinliği.

            İçinde yaşadığımız çağ, bize sevmeyi ve paylaşmayı öğretir.  Hatta gösterir.

            Bu ifadenin getirdiği bir başka ifade de şudur gerçekte.

            “Dünyada neyi paylaşamıyoruz?”

            Yani insan ilişkilerinde paylaşımın da çok önemli rolü vardır.

            Şimdi televizyonda yeni bir program başladı.  Koca koca insanlar konuşturularak sevgiyle sevgisizlikleri gözler önüne seriliyor.  Galiba biraz da o program tetikledi beni, bu yazıyı yazmam için.

            Nice para babası insanlar yetiştirdikleri evlatlarının başını bir kez olsun okşamayan, küçücük bir çocukken kucağına alıp sevmeyen, baba-evlat köprüsünü kuramayan acımasız babalar, ömür boyu o evladın yüreğinde “demirden ve keskin bir bıçaktan daha keskin baba” profili şekillenirken, o evladın hayattaki başarısı nasıl şekillenmiştir, hiç düşündünüz mü?

            Ta çocukluğundan beri tanıdığım çok başarılı bir iş adamı bir gün bana içini açmıştı, şu baba-evlat konusu açılınca.

            “Bir gün bile babam, başımı okşamadı, beni sevmedi hep katı, acımasız ve taviz vermez bir adam olarak hayatımda var oldu.  İnanır mısınız?  Öldüğünde gözümden bir damla yaş bile gelmedi” demişti bana.

            Veya cami kapısına bırakılan gayrimeşru çocuklar gerçek annelerini öğrenemeden ölüp giderler.  Evlatlık verildikleri aile, o cami kapısındaki çocuğa öylesine fedakarane bakmışlar ki, bir tek doğurmadıkları kalmış.  Bir gün o çocuk büyüdüğü zaman bir nedenle gerçeği öğrenince yıkılmış.  Halbuki o evlat sevgi ve saygı sayesinde büyüyüp hayata tutunmuş. Onu ayakta tutan sevgi paylaşımıdır.

            Bu gibi durumlarda gerçeği öğrenen evlat, ya geçmişe sünger çeker, ya da geçmişini aramaya başlar.

            Onları bıraktık da, gerçek biyolojik anne babanın acımasızlıklarının olması da mümkündür bu hayatta.

            Fakirlik bir yorgan gibi aç veya yarı aç yarı tok insanların üzerinde varken, genellikle o fakir insanların yürekleri hep sevgi dolu olur.  Evlatlarına sevgi sayesinde geleceğin yolunu gösterir.

            Bu fotoğrafın bir de diğer yüzü var.

            Bir evlada veya bir babaya güvenmek, veya güvenmemek...

            İnsan ilişkilerinde güven çok önemli bir unsurdur.  Sevgiyi besleyen de güven duygusudur.

            Yine baba-evlat ilişkilerinde güvenin hissedilir bir biçimde benlikte şekillenmesi çok önemlidir.

            Diyelim ki vasat bir öğrencidir evladınız... Diyelim ki kapasitesi dardır.

            Bunun bilincinde olan anne babalar, her ne şartlar altında olursa olsun evladına, “Evladım sen akıllısın, sen başarırsın, sen istersen bunu yaparsın” gibi sözlerle, onu rencide etmeden başarıya doğru çekmesi lazım.

            Bir de şu yapıda anne babalar vardır.

            “Sen aptalsın, sen beceriksizsin, sen bir baltaya sap olamazsın” diyenler.

            O çocuk ya çok başarılı olur, ya da çok başarısız.  Ama başarılı olanlar hep kin ve öfkeyle hayatta var olurlar.

            Bazen öğretmenler vasat öğrenciler için şu sözleri ederler:

            “Bazı öğrenciler önce kendilerini göstermezler ama daha sonra öyle bir açılırlar, öyle bir başarılı olurlar ki, siz de hayret edersiniz.”

            Bu konuda kaç sayfa, kaç bin satır yazabilirim bilmem.  En fazla etkilendiğim şu sevgi-şefkat ve nefret kelimecikleridir günlük yazılarımda.  Olaya sosyolojik olarak bakar ve çevrenizle ilgilenirseniz, eminim siz de sevginin, güvenin ve yaratıcı olmanın dinamizmini kavrayacaksınız.

            O nedenle “sevgiyi paylaşınız” diyorum.