Nedense resmi tarihimiz abartı ve yalanlar veya eksiklerle dolu. O nedenle duymadıklarımızı duymaki okumadıklarımızı öğrenmenin bedeli, bireysel olarak bizi üzüyor.
Yıllar önce İsveç Devlet Merkez Radtosu’nda çalışırken, komşu Yunan redaksiyonunda sık sık takıştığım son derece milliyetçi Dimitri adında bir iş arkadaşım vardı. Bugünlerde güncelliğini koruyan Türk-Ermeni ilişkilerinde Türkiye’nin tavrı ne olmalı sorusuna yanıt aramazdan önce, izin verirseniz resmi tarihimizin bizi nasıl aldattığına değinmek istiyorum.
Efendim, bir gün Dimitri ile kafeteryada oturmuş konuşurken o “Ulan ne böbürleniyorsunuz; iki siz yendiniz, iki biz yendik, iki de berabere kaldık,” dedi.
Yani Birinci ve İkinci İnönü Savaşlarında berabere kalmıştık. Eskişehir ve Kütahya Savaşlarında yenilmiş, Sakarya ve Dumlupınar’da Yunan Ordusunu yenmiştik!
Bu nasıl mümkün olabilirdi?
O günlerde değerli dostum Müfit Özdeş, ASALA Terör örgütünün Türkiyeli diplomatları sinek gibi öldirdüğü günlerde Stockholm Büyükelçiliğimizde Müsteşar (daha sonra Büyükelçi) idi. Müfit Özdeş bugüne değin Türk Osmanlı tarihi ve Türk el sanatları üzerine en derin bilgisi olan, üstelik sedef kakma onarımı yapabilen ender ustalarımızdan biriydi. Türkiye Büyükelçiliği binasından kuş uçuşu sadece üçyüz metre uzağımdaydı. Hemen yanına gittim. “Abi, durum böyle, böyle ancak gerçeği nerede,” diye sordum.
Aldığım yanıt düşündürücüydü: “Resmi tarihimize hoş geldin.”
Ağabeyim kadar sevdiğim Müfit Özdeş bana şunu söyledi:
“O günleri anlayabilmek için önüne bir atlas alıp haritaya bakman gerekli.”
İşte o zaman top seslerinin Ankara’dan duyulduğu, Meclis’in Kayseriye taşınılmasının düşünüldüğü, Mustafa Kemak Paşa’nın “Hat-ı Müdafa değil, sath-ı Müdafa vardır. O satır bütün vatandır” dediği o günün koşullarını daha iyi anlayabiyordun. İnönü nahiyesi Eskişehri-İstanbul yolu üzerinde, Sakarya Savaşı’nın geçtiği Polatlı ise Eskişehir-Ankara yolu üzerinde ve başkentin sadece yetmişbeş kilometre uzağındaydı. İnönü- Sakarya savaşları arasında ne olmuştu da, arada büyük bir geri çekiliş olmuştu?
O günkü resmi tarih anlayışı Eskişehir ve Kütahya Savaşlarını yok sayıyor, gençlerimize hakkında tek satır dahi olsa bilgi vermiyordu. Oysa Türk halkı iki önemli savaşı kaybetmesine rağmen ayakları üzerinde doğrulmayı bilmişti. Günümüzde adeta küçümsenen “Vatan-Millet-Sakarya” deyişi, işte uçurumdan dönüşün özetiydi.
O günler gerçekten uçurum olduğumuzdan Mustafa Kemal Paşa geri çekilmeyi kabul edememiş ve günümüz anlayışıyla satıh savunması yani gerilla savaşı ile mücadeleye devam edileceğini açıklamıştı.
***
Adbülhamit döneminde yaygın olan bir kartpostalda sekiz genç ortaklaşa Türk Bayrağı’nı tutar. Oysa Yunanlısı, Bulgarı, Arnavutu, Sırbı, Arabı, Yahudisi, Ermenisi ve Türk genci “Kartpostalda BİZ OSMANLIYIZ” yazmasına rağmen kendi bağımsızlıkları yolunda ilerlerken, Kürtler 1. Meclis kurulurken Türklerin yanında yer almıştı. Çünkü, dağlarda göçebe yaşayan Kürtler, techir sırasında Ermenilerden boşaltılan köylere yerleşmişti. Daha sonraki yıllarda baş gösteren Kürt isyanları ise bazı Kürt aşirtetlerinin Ankara-Haymana ve Konya ovasına zorunlu göçüyle son bulmuştu.
İşte yaklaşık bin yıldır Anadolu’da Ermenilerle kardeş kardeşe yaşayan ve hatta Ermenilere kendi dilini öğreten, Ermenilerin yemeklerini kendi mutfağı gibi benimseyen iki kardeş halk ne olmuştu da birbirine silah sıkmıştı?
Türk resmi tarihi Ermeni isyanından söz etmediği için, Ermeni Sürgünü’nü de doğal olarak es geçiyor.
Hemen hemen hiç kimse Ermeni İsyanı’nın bir Amerikan kışkırtması olduğunu, Amerikalı dostlarımız gücenmesin diye açıklamıyor.
Kimse, günümüz Türkiyesi’nin sınırlarının kabulü anlamına gelen Lozan Antlaşmasında ABD Hükümeti’nin imzası olmadığını pek düşünmüyor. Oysa ABD Türkiye topraklarına karşı öylesine düşmanca bir tavır içindeydi ki, Atatürk’ün ölümüme kadar Ankara Hükümetinin bağımsızlığını bile tanımadı.
***
Başbakan Erdoğan’ın çok ustaca yazılmış özür mektubunda, satır aralarında Ermeni çetelerin silahsız ve erkekleri Balkan cephelerinde telef olmuş veya savaşmakta olan Türk köylerini yağmalarken Türkler kendilerinin arkadan vurulduğunu anlamadı. Yıllarca hakkında tek söz söylenmeyen Ermeni Meselesi’ni bir anda gündeme getiremezdi.
İşte tarih meydanını boş bulan Ermeni diaysporası, İstanbul’daki Osmanlı Meclis-i Mebusan’daki Ermeni milletvekillerini İstanbul’dan uzaklaştırma kararı olan 24 Nisan’ı, Ermeni Soykırımı olarak kabul edilmiş ve dünyayı inandırmıştı. Çünkü, Türkiye yakın tarihimiz üzerine konuşulmazsa, yaşananların, aynı Kıbrıs Meselesi gibi, unutulacağını sanmıştı.
Yaklaşık yüz yıl boyunca Türk Dış Politikası Ermeni Meselesi konusunda üç maymun örneği işitmedi, görmedi, söylemedi tiyatrosunu oynamıştı.
Türkiye günahı ve sevabıyla da olsa geçmişiyle yüzleşmek durumunda. Zaten o nedenle Ulusal Kurtuluş Savaşımız sırasında yaşanan Kütahya ve Eskişehir Savaşlarını, sırf o iki savaşı kaybettik diye, çocuklarına okutmadı. Gerçi bu durum son yirmi yılda kısmen düzeltildi ama, bize de tarihimizle yüzleşme gerekliliğini gözler önüne serdi.
Efendim, bilebildiğimiz kadarıyla yüzmeşme konusuna eğilmeye devam edeceğiz. Saygılarımla!..