Yeni hükümet çalışma programı ve stratejilerini izlerken, tiyatro binalarının bitirilmesine yönelik pek birşey bulamadım ve göremedim.  Önümüzdeki ayın içinde 27 Mart Dünya Tiyatroları Günü’dür.  Yani bir ideal olarak böyle bir günde yanmış olan Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları binası ile yarım inşaat halinde kalan Lefkoşa Belediyesi Tiyatrosu’nun hizmete sokulacak noktaya gelebileceğini hayal ettim nedense.
Bir ülkenin kültür binaları, o ülke insanın kültürel zihniyet ve zenginliğini gösterir. O bağlamda yıllardan beri atıl kalan bu binaların bir an evvel bitirilmesi ve hizmete sokulması gerekir diye düşünüyorum.
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları binası, 1974 Mutlu Barış Harekaktı’ndan sonra ele geçen bir binaydı.  Gerçekte o bina bir sinema olarak yapılmış ama biz onu tiyatro hizmetine göre düzenledik.
Esasında o bina çok eski bir binaydı.  Konumu çok iyiydi.  Araç park sorunu yoktu.  İdeal büyüklükte bir tiyatro binasıydı.  Nasıl olmuşsa olmuş, bir gecede çıra gibi bu tiyatro binası yanıp kül olmuştu.  Yangın sonrasında bir enkaza dönen o koca bina sanki buharlaşmıştı.
Yıllarca yazıldı çizildi.  Ama gelmiş geçmiş hükümetler bu binanın çağdaş bir şekilde bitirilip hizmete sokulmasını gerçekleştiremedi maalesef. 
taraftan Lefkoşa Belediyesi arkasına yapılan Belediye Tiyatrosu binası, adeta bir heyula gibi orada duruyor ve insanın içine acı veriyor.
Bereket versin ki Lefkoşa Belediye Tiyatrosu Kızılbaş’taki binayı bu amaçla düzenlemiş ve hizmete sokmuştur.  Tabii ki onun da mimarı Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’dır.  Lefkoşa Belediye Başkanlığı döneminde kurulmuş olan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, ta bugünlere kadar gelmiş ve gelişmiştir.  Özellikle oyuncu kadrosuyla hayli zenginleşmiştir.
“Kadro” diyorum, çünkü geçmişle şimdiki zamanın muhakemesini yaptığımda, bu tiyatroda pek çok konservatuvar mezunu tiyatro sanatçısı yetiştiğini görüyorum.
Tabii ki onların başarılı oyunları şu veya bu şekilde sahnelenir ve izleyici ile buluşurken, onların kursaklarında kalan yeni Belediye Tiyatro Binası orada atıl vaziyette duruyor ve çok da ağır masraflar gerektiriyor.
Bu arada devlet tarafından yaptırılan Atatürk Kültür Merkezi tiyatro, konser ve resim salonları, orta boydaki etkinliklere cevap verebiliyor.
Özellikle tiyatro dışında gerçekleşen resim sergileri konusunda ressamlar bayağı rahatlamışlardır.  Son restorasyonlarla da tiyatro, konferans ve anma gecelerine çok iyi hizmet veriyor.  
Çok büyük organizasyonlarda sanatçıların imdadına yetişen Yakın Doğu Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi, gerçekten bütün o boşlukları doldurmuş oldu.
Bir de Lefkoşa Türk Belediyesi’nin organizesinde her Eylül ayında “Tiyatro Günleri” yapılmakta ve Türkiye’den çok ünlü oyunlar ve oyuncular getirtilmektedir.  Bir yerde bu tiyatromuz, insanların sanat açlığını gideriyor.
Gerek yanan tiyatro binamızın, gerekse yarım kalmış Lefkoşa Belediye Tiyatrosu binasının gelgitleri kafamda tınlarken zaman zaman hep geçmişe gidiyor ve geçmişteki yokluklar içinde sanat üretmeye nasıl canla başla çalıştığımızı anımsarıyorum.
Anımsıyorum...  Bir konser verileceğinde hep sinemaların salonları tutulurdu.  Köhne ve yıpranmış hasır sandalyelerde oturup konserleri izlerdik.  Tiyatro etkinlikleri de öyle.
İlk Sahne kurulup gerçek anlamda tiyatro eserleri mevcut olanaklar çerçevesinde faaliyete geçince anlamıştık, ülkemizdeki tiyatronun geleceğinin parlak olduğunu.
Benim üniversite tezimin ismi, “TMT’nin Tiyatro’daki yeri ve rolü” idi.
Tabii ki böyle bir tezi hayata geçirebilmek için hayli araştırma yapmak zorundasınız.
Tez malzemesi üretecek kişi veya kişilerle konuştuğumda, ne kadar çok ilginç durumlarla karşılaştığımı size anlatamam.
Mesela eski Devlet Tiyatroları Müdürü Hilmi Özen’le ve rahmetlik Yücel Köseoğlu ile yapmış olduğum mülakatlarda işin içinde olan bu insanların ne büyük zorluklar çektiklerini öğrenmiş oldum.  Bunun yanında Belediye Tiyatosu kurucularından deerli tiyaro sanatçısı Yaşar Ersoy’un tiyatrodan günümüze ilişkin o değerli kitabı var.
İlk Sahne öncesi ve sonrasında o günlerde tiyatroya gönül veren insanlar  Atatürk İlk Okulu’nun dar, uzun ve mezar gibi bir minicik salonunda faaliyet gösterirlerdi.  Tabii ki halkımızda tiyatro kültürü bu kadar gelişmemişti.  Hatta o çalışmalarda sanatçıların şu sözleri vardı:
“Şu salonun iki sırası dolsun razıyız.”
Halbuki yıllar sonra tiyatro meraklıları tiyatro salonlarını doldurup taşırıyor.  Üstüne üstlük bilet de kalmıyor.
İşte o kadar geri kalmış bir tiyatro kültürümüz vardı.
O tez çalışmamda belirlediğim bir başka husus ise şuydu:
21 Aralık 1963 olaylarında bütün bölgelerde Rumların yarattığı gettolar, insanlarımızı sanat yoluyla birşeyler yapmaya yöneltmişti.
Ali Volkan’ın bana anlattıkları hayli ilginçti.
Baflı kardeşlerimiz sahneyi, on-on beş tane varil ve el dokuması kilim ve eski çarşaflardan yaparlardı.  O zor günlerde bizim mücahitlere en fazla yardım eden de İsveçli BM askerleriydi.
Örneğin Yakın Doğu Üniversitesi’nin Sahne Sanatlrı Fakültesi, nice genç tiyatro sanatçısı ile nice dram yazarını yarattı.  Gerçekte YDÜ’nün bu bölümü, bir kondervatuvar kimliğindedir.  Ve öyle ümit ediyorum ki bu bölüm, daha da kökleşmiş bir bölüm olarak tiyatro sanatının biçimlenmesinde büyük gelişme kaydedecek.  
Velhasıl tiyatro konusunda söyleyecek ve yazacak şey çok.  Bir de düşünüyorum...
“Nerden nereye gelmişiz...”
Bugün içimden geldi ve yanan tiyatro binası ile yarım kalan Lefkoşa Belediye Binasını sorgulamak.