Ülkemizdeki ilk üniversiteleri düşünürüm de, şimdi ne kadar çoğalmış üniversitelerimiz, diye kafamdan geçiririm.  Özellikle ilk kurulan üniversiteler DAÜ, YDÜ VE GAÜ, gerçekten eğitime kalite getirerek işe başlamışlardır.  Hala daha o kalite sürüp gidiyor.  Ondan sonra gelen LAÜ ve UKÜ, kalite açısından istenen düzeye gelmişler ve pek çok mezun vermişlerdir, ilk üniversitelerimiz gibi.
Geçen gün arkadaşlarla bu konuyu tartışırken, “Yahu ülkede üniversiteler kaç tane olmuş?” sorusu atılmıştı ortaya. 
Sanırım bu sorunun cevabı, halen faaliyette olan 16 ünversite imiş.  İnternet bize öyle veriyor dökümleri.  Bunun yanında henüz faaliyete geçmemiş 16 tane daha üniversite varmış.   Rakamda yanılmış da olabilirim.
Yeni açılan üniversitelerden birisi bir gün otelin birinde kahvaltılı toplantı yapmıştı.  Nerdeyse bütün basın yayın oradaydı.
Kuruluş ilkelerini ve stratejilerini o gün anlatmışlardı.  Söz binadan veya kampüslerden açılınca, “Şimdilik bir dairede hizmet veriyoruz, ileride arazimizi alıp içine üniversite binamızı yapacağız” demişlerdi.
O an aklımdan şunu geçirmiştim...
“Üniversite açmak bu kadar kolay mı?  Bir daire kiralarsınız, sonra da öğrenci kabulüne başlarsınız...”
Yapmayın Allah aşkına.  Üniversite kurmanın kriterlerinin bence bayağı katı olmalı, kaliteyi oluşturma açısından.
O an aklımdan, Yakın Doğu Üniversitesi’nin ilk ve son yılları geçmişti.  Hani her zaman vurgu yaptığımız, “Dikmen tepelerinde atılan çekirdeğin filizlenmesi ve kocaman bir ağaç haline gelmesi” gibi.  Sadece dalları değil, kökleri de bayağı derinlere kadar inmiştir o yüce ağacın.;
Sadece YDÜ’nün kuruluş tarihçesini incelediğinizde, ne büyük zorluklarla karşılaştıklarını ve o zorlukları aştıklarını göreceksiniz.
İlk kampüsler, rektörlük binası, olimpik yüzme havuzu, enternasyonal kütüphane ile nice bölümler...  Ülkemizde çok büyük bir boşluğu dolduran devasa AKM binası ayrı bir olay.
Yine anılarımla buluştuğumda o muteşem projenin görüntüleri geliyor gözlerimin önüne.
YDÜ Kurucu Rektörü Dr. Suat Günsel bütün basını üniversiteye çağırmış, kampüsleri gezdirmiş ve sonunda “İşte sürprizimiz” demişti.
O sürpriz, YDÜ Tıp Fakültesi binası ve YDÜ Hastane binasının temelleriydi.  O devasa projeye hayat vermek için temellere yatırılmış tonlarca demirin üzerine çıkmış ve bol bol da resim çekerek “Bu tarihi anı belgelemeliyiz” demiştik.  Nitekim o resim hala albümlerimde duruyor.
Gerçekten üzerinden yıllar geçince bu resimler bayağı rağbet edecek ve YDÜ’nün tarihçesini yazma ve izleme adına bizim için bir gurur kaynağı olacak.  Hem bize, hem de torunlarımıza.  Bir yerde, “O fotoğraf karesinde yer aldığım için onurlu ve gururluyum” diyebilirim.
YDÜ’nün kütüphanesi de öyle.  O kütüphanenin temel atma töreninde de, açılış töreninde de bulunmuştum.  Benim gibi nice gazeteci yazar bu onur verici olaylara tanık olmuştuk.
Yine bir başka gün de, kahvaltılı basın toplantısına gittiğimizde, bizim Sarayönü’ndeki dikili taşın aynısını üniversitenin meydanında görmüştük.  Tabii ki bu da bize, YDÜ’nün kurucu Rektörü Dr. Suat Günsel’in kendi kültürümüze ve kendi değerlerimize ne kadar önem verdiğini gösteriyordu.
O “Dikmen tepelerinde filizlenen bir çekirdek” dediğimiz o yüce çınar, şimdi büyüdükçe büyüyor.  O büyüme içinde de şu ifadeler geçiyor kafamdan.
“Üniversite olacaksa, böyle olmalıdır.”
Yani bir apartman dairesinde faaliye başlayan yeni üniversiteler YDÜ’nün eriştiği noktaya ne kadar zamanda ulaşabilecek, o da merak konusu.
Bütün bunları irdelerken, hem kaliteli eğitimi, hem de kaliteli mezunlar vermeyi de geçiriyorum şöyle kafamdan.
Hani derler...
“Bu üniversite artık oturdu ve istenen düzeyde mezunlar vermeye başladı” diye...
Tabii ki YÖK’ün de kabul ettiği üniversite listesine girmek da başlı başına bir sorundur.  O düzeye gelmek ve kendini kabul ettirmek de ayrı bir olaydır. YDÜ’nün henüz YÖK tarafından onaylanmadığı bir dönemde 25 kişilik gazeteci grubu Ankara’ya gitmiştik. Protokol gereği Çankaya’da dönemin Cumhurbaşkanı rahmetlik Süleyman Demirel’i ve yine dönemin Başbakanı rahmetlik Bülent Ecevit’i ziyaret etmiştik.  O görüşmede Bülent Ecevit herkes söz hakkı vermiş ve bazı sorular sormuştuk.  Benim sorduğum soru şuydu:
“Sayın Başbakanım, KKTC’nin kalkınmasına çok büyük katkı koyuyorsunuz da, YÖK neden YDÜ’yü listesine almıyor?  Biz bunun onayını bekliyoruz Kıbrıslı olarak” dediğimde Bülent Ecevit şöyle demişti:
"Sayın Güvenir merak etmeyiniz, YDÜ çok yakında YÖK’ün listesine girecektir.”
Gerçekten de çok yakın bir tarihte YDÜ’nün YÖK listesine alındığına tanık olmuştuk.  Yani diyeceğim şudur:
Yakın Doğu Üniversitesi dört dörtlük bir üniversite olmuşsa, bu ve buna benzer binlerce sorunu aşarak güçlü bir öğretim kurumu haline gelmiştir.
Bunlara YDÜ’den eşgüdümdeki yabancı ünüversitelere de yatay geçiş yaşma özelliği olduğunu da ilave etmek gerek.
Yıllarca Rumlar Kıbrıs Türkü’ne ambargolarla kök söktürdü ama hiçbir zaman bu alanda bizim geldiğimiz noktaya gelemedi.
Üniversiteler kendi görevlerini yaparlar ama öğrenciler de kendi görevlerini yaparak mezun olurlar.  Kafamda her zaman bir soru olarak kalan husus ise, “Bu kadar mezun genç, nerede iş bulacak, geleceklerini nasıl kuracaklar?” sorusudur.
Bekleyip göreceğiz...  henüz faaliyete geçmeyen diğer üniversiteler de açılınca, o zaman bu pastanın nasıl bölüneceği veya paylaşılacağı hususu da ayrı bir konu.
Gerçekte bu durum, KKTC’nin yükselen değerlerinin göstergesidir.