Yazla kışın tezatlarını anlatmaya gerek var mı?  Kimi insan yazı sever, kimi insan da kışı.  O bağlamda mevsimlerin değişkenliğinde hem giyinir, hem soyunuruz.  Yani hastalığa davetiye çıkartırız.

            Bazen biz Kıbrıslıların ne kadar şanslı olduğumuzu dile getiririz.  Kışın bizde ağır geçtiğini söyılemek biraz da karlı ülke insanlarına haksızlık olur bence.  Özellikle kış aylarında mevsim yağmurlarının istikrarlı yağdığı zamanlarda çiftçinin yüzü  güler ama, yine de soğuklardan korunmak için kalın paltolar, kazaklar ve kaşkollar giyeriz hasta olmamak için.

            Her ne kadar her mevsimin kendine özgü güzellikleri ve çirkinlikleri olsa da, yine de ılıman mevsimin çocukları olduğumuz için kendimizi mutlu addederiz.

            Bu mevsimin görüntülerini iki farklı kameradan izlemek mümkün.  Anadolu’nun doğu bölgelerindeki ağır karlar hayatı felç ederken, Akdeniz kıyılarının o muhteşem tatlılığı insanları mutlu ediyor.

            Maalesef KKTC sınırları içinde coğrafi anlamda karlı dağlarımız olmadığı için ülkemizde kış turizmi yapılamıyor.  Kışın kar yağdı mı, insanlar soluğu ya güneydeki Trodos dağlarında, ya da Beşparmaklarının doruklarına düşen karı görmek ve kar zevkini tatmak için yollara düşeriz.

            Doğruyu söylemek gerekirse kış bitene kadar evlerimize kapanır ve ısınma derdi ile cebelleşir dururuz.  Bir de yaz geldi mi, bir şort ve bir tişortle balkonlarımıza, piknik alanlarımıza ve sıcacık denizin kumlarına ve masmavi sularına dalar, mutluluğun tadını çıkartırız.

            Sanırım şimdiki zaman insanları eskilere kıyasla daha bir şanslıdırlar.  Kışın ağır soğuklar geldi mi, dağdan oduk kesip ısınmayı değil, evlerimizdeki klimalarla ısınma sorunumuzu gideririz. Yaz için de klimalar geçerlidir.  Yazın kavurucu sıcaklarında bulunduğumuz mekan veya mekanların klimalarını yakarak terleme ve sıcaktan bıkma rahatsızlığımızı gideririz.  Yani diyeceğim şu...

            Yaz geldi mi evlerimize kış gelir, kış geldi mi de evlerimize yaz gelir.  Her iki mevsimi de kendi yaşam mekanlarımızda tadarız.

            Eski insanların yaşantısında klima mı vardı?  Özellikle klima çıkana kadar köy yerlerinde karpuzunu soğutmak için torbaya koyup kuyuya daldırırdı insanlarımız.  Veya kerpiçten yapılan evlerinin yüksek duvarların “yurd deliği” dediğimiz minicik pencereler açarlardı sırf esinti evlerin içinde deveran yapsın diye.

            Hatırlıyorum rahmetlik ninem bize anlatırdı...

            “Biz köy insanları sıcaklar bastırdı mı, bahçemizdeki frasan küpüne girer, öyle serinlerdik.”

            Tabii ki bir de bostan bekçileri vardı eskiden.  Bir de bostan hırsızları...

            Eski insanlar kendilerine göre hem serinlemek, hem de hırsızlara karşı tedbir almak için bostanın ortasına bir galif yaparlar, geceyi yıldızların altında geçirerek olası bostan hırsızlıklarına karşı uyanık olurlardı.

            1 Mayıs, işçi ve bahar bayramı olarak dünyanın her yerinde kutlanırken,  insanların piknik alanlarındaki tortuların ne kadar büyük olduğunu düşünüyor insan.  Bir diğer deyişle çevre kirliliği...

            Kıştan kalma kurumuş otlar temizlenene kadar belediyeler canla başla çalışırken, bu kez de yazın sinekleri, sahil kirlilikleri ve daha da önemlisi piknik sonraskındaki kirliliklerimiz gündeme geliyor.

            Mevsimler bir zincirin halkaları gibidir.  Bir halka biter, onun ardından bir başka halka eklenir o mevsim zincirine.

            Tabii ki yaz mevsiminin çevre kirliliği hepimizi rahatsız ederken, bu kez de ülkemizi ziyaret eden turistlerin tepkileri ve kötü izlenimleri geliyor akla.

            Mevsimler manzumesinde işin gerçeği şudur:

            Ülkemizin bütün birimleri saat gibi çalışır ve istenen düzeyde tertemiz bir toprak olarak onurla teşhir edebileceğimiz vatan topraklarının “her zaman ve her mevsimde tertemiz olması” zorunluluğunu da beraberinde getiriyor.

            Biz Kıbrıs insanı, gerçekten o onura layık olabildik mi?

            O bilinci kendi benliğimize yerletirebildik mi?

            O duyarlılığı kavrayabilmiş miyiz?

            Yeni nesiller daha mı bilinçli büyüyor?

            Bence bilinçli büyüyorlar da, bu bilincin kaçta kaçı gençlerin veya yeni nesillerin parçası oluyor?

            Önemli olan genç nesillerin ülkemizdeki temizlik ve tertemiz bir çevreye sahip ülke yaratmalarıdır.

            Hani derler ya “ağaç yaşken eğilir” diye.

            İşte biz de o genç ağaçları, yeni gençlerimizi ve yeni fidanlarımızı gençken eğiterek ülke yapısına uygun bireyler olarak yetiştirme zorunluluğumuz olmalıdır.