Hangi yıldı bilmiyorum, yaz aylarından biriydi gün neydi, siz sormayın, sorsanız da söylemek namümkün.
Kuşluk denen vaktindeydi sıcak bir Lefkoşa gününün.
İki katlıydı evimiz Küçük Medrese sokakğında ve biz çocuklar hanay odasında yatırdık.Yaz dedim ya mektep (okul) tatildi tembellik ediyorduk o gün nedendir anımsamıyorum gazoz satışına gitmemiştik.
Pencereden bize bakıyordu bir adam.
Gözgözeydik ve adamın merdivene tırmanmış bir hali yoktu.Biran için gözgöze gelmiştik ve O, geçip gitmişti.
Korku ile karışık bir heycanla şaşırıp kalmıştık. Bu kadar uzun boylu bir adam olabilir miydi. Yatakta oynadığımız, içiçe doldurulmuş çoraplarla oynadığımız gol atan kaleci top oyununu bırakıp, pencereye koştuk.
Çok uzun boylu bir adam, kırmızı mavi parçalı uzuun pantalonu ile geçip gidiyordu sokağımızdan, peşi sıra sürüyle çocuk ve annelerin şaşkın bakışları ile bir de mahalledeki adı royter, olan Pembe abanın beyaz tülbent başörtüsünü iki dudağı arasına sıkıştırmış, ne günlere kaldık anam edası ile.
Cambazdı.
Tahta bacaklar üzerinde yürüyordu.Gösteriye gelmişti Limasol’dan ya da köylerinin birinden.
Gösterisine gidememiştik.Paramız yoktu nasıl gidelim, günlerce cambazı konuştu Küçük Medrese ve yiro (Kuruçeşme) çocukları,konuşmakla da kalmadık, top ve lingiri ile pirili oyunları tarfımızdan terkedildi birkaç haftalığına.
Cambazlığa soyunmuştuk.Tahtalar üzerinde yürümeye çalışıyorduk ki kahkahalar arasında kan içinde kalıyordu dizlerimiz, gösteriye gidebilenler ballandıra ballandıra anlatıyorlardı marifetlerini cambazın. İki direk arasına gerilen ipin üzerinde de yürüyormuş hatta takla bile atıyormuş ve direkler bizim hanaydan bile yüksekmiş.
Yıllar geçti, köprülerin altından çok kan aktı (adamızın tarihi son yüzyılda ne yazık ki köprülerin altından akan kanların tarihidir) Ayyorgi’ye yerleştik. Lefkoşa çocukluğumuzda kalan uzak bir anı şimdi.
Karaoğlanoğlu adı verilen köyde gezerken, yol kenarında heykeller taştan yontma heykeller görünce yanaştım.
Sakallı aynı benim gibi) bir adam, yakışıklı cerbezeli bir adam çıktı ağaçların arasından, ne istediğimi sordu, ona heykellere yakından bakmak istediğimi ve kimin yaptığını sordum.
Ben dedi, gözlerimin içine bakarak.
O anda gözleri tanıdım.
Çocukluğumdaki cambazın gözleri idi.
Adı Ali’ydi.
Nur içinde yatsın
Hani birey olmak diye yırtınıyoruz ya.
Eşi olmayan bir insandı.
Bütün dağlaru ben yarattım edasını hiç takınmayan bir kişilikti.
Yaşıyordu kendi dünyasını
NOT: Arada sırada düncemden notlar paylaşmak iyi olur diye düşündüm