Şayet günün akışı içinde vaktinizin el verdiği nispette bir gün Atatürk Meydanı’na veya İnönü Meydanı’na şöyle bir uğrarsanız, dünya kadar yabancı turist kafilesinin  akıp gittiğini göreceksiniz.
O turistler, tur programına göre bazı eski eserleri ve kentleri birlikte gezerler ve rehberleri de onlara bilgi verirler.
Siz şayet o turistlerin yerinde olsaydınız, viraneye dönmüş bazı metruk binaların hala sahipsiz bir mal gibi orada atıl kalışını nasıl yorumlardınız?
Gerçekten Lefkoşa içindeki eski ama tehlikeli binalar, bir an evvel ilgi istiyor.  Bu konuda belediyenin suçu yok bence.  Çünkü metruk binaların sahiplerinin ilgisizliği bir yana, belediye o binalara el atacak olsa, karşısında Anıtlar Yüksek Kurulu’nu bulacaktır.
Anıtlar Yüksek Kurulu’na da şu metruk veya tehlike arzeden binaları sorsak, eminim bize şöyle diyecektir.
“Biz Lefkoşa’nın kentsel dokusunu ve tarihi zenginliği korumak için eliminden geleni yapıyoruz.  Lefkoşa içinde gördüğünüz ve yıkılmaya yüz tutmuş binalar, AB projesi kapsamında restorasyonunu bekler.”
Müzeler ve Eski Eserler Dairesi’nin bu konuda canla başla çalıştıklarından zerrece şüphem yok.  Ama gerçekler ortada.  O bağlamda sanırım Müzeler ve Eski Eser Dairesi halkı bilinçlendirmelidir.
Hemen hemen her gün önünden geçtiğim ve tedirgin olduğum bir bina var ki, kimse ona el atmıyor veya atamıyor.
Cumhurbaşkanlığınadan dikey olarak Kooperatif’e doğru yöneldiğinizde, o binayı göreceksiniz.  O bina, her araba geçtiğinde zangır zangır deprem geçirir gibi sarsılmaktadır.  Bir gün o bina bir arabanın veya bir vatandaşın üzerine çökerse hiç şaşmam.
Bu bina gibi daha niceleri vardır Lefkoşa’nın içinde.
İşin gerçeği bir proje kapsamında Lefkoşa surlar içindeki bütün binaları bir hamlede bitirmektir.  Tabii ki herşey paraya dayanmaktadır.  Paranız yoksa, hiçbir şey yapamazsınız.  Hatta bir taş bile oynatamaz veya bir avuçluk harç bile süremezsiniz.
Mesela Şehit Salahi Şevket yolunun ara sokaklarının bazıları yayalaştırılmış ve o ara sokaklara parkeler döşenmiştir. Hatta bazı eski köşkler, orijinaline sadık kalınarak restore edilip, kültür adamlarına tahsis edilmiştir.
Hemen hemen her gün Lefkoşa sokaklarını gezen o turistler iki fotoğraf görmektedirler.  Birisi metruk ve yıkılmaya yüz tutmuş, hatta ilgisiz kalınmış binlar, diğeri de restore edilmiş o şahane köşkler ve yayalaştırılmış daracık sokaklar.
Turistler bu tip restore edilmiş eski binalara ve eski eserler bayılırlar.  İnşallah Lefkoşa içinin gelişme programı çerçevesinde, gerçek anlamda surlar için bir kültür merkezi haline gelir.
Bir gün rahmetlik Cumhurbaşkanı Denktaş’a uğramıştım.  O gün çok neşeliydi ama oldukça da endişeliydi. Kahvelerimizi hemen içmiştik ki, çekmecesinden kamerasını çakartıp bir heyecanla koltuktan fırlamış ve bana aynen şöyle demişti:
“Haydi kalk,  Arabahmet Bölgesi’nin durumunu birlikte görelim.”
Onun amacı, mezbeleye dönmüş bazı binaları belgelemek ve ilgilileri uyarmaktı.  Hatta o gezimize eski büyükelçilerden Ertuğrul Kumcuoğlu da katılmıştı.
Denktaş Bey şakır şakır resim çekiyordu.  Her resim çektiğinde sitem dolu sözler sarfediyordu.  Hatta Baf Kapısı sınırında Fransız kilisesinin dibindeki metruk eve girdiğimizde, o binanın çatı işlemelerinin fotoğraflarını çekmiş, “Ne şahane binalar var elimizde.  Lakin biz bunların kıymetini bilemiyoruz” demişti.
Denktaş Bey’le Büyükelçi Kumcuoğlu’nun istişarelerini Müzeler dairesine aktarmıştık.  Tabii ki fotoğrafları ile birlikte.  O köprülerin altından hayli sular akıp gitmişti.  Gerek benim, gerekse yeni görevlilerin ve bakanların makam yerleri de değişmişti.  İlk fırsatta oralarını görmek istiyorum velhasıl.
Turistlerin uğrak yeri olan Büyük Han ve Kumarcılar Hanı ile, arasta ve Selimiye, bedesten gibi mekanlar bizim için iftihar kaynağıdır.
Geçmişteki görevlerim gereğince Kıbrıs’a gelen tur operatörlerine Saray Otel’in Roof-bar’ında yemek verir, sonra da onlara Saray Otel terasından Lefkoşa kentinin bölünmüşlüğü içinde kuzeyle güney arasındaki fiziki değişiklikleri gösterirdik.
Hatırlıyorum...  O tur operatörlerine kuzeyin o otantik mekanlarını ve hurma ağaçları ile dolu eski evlerini uzaktan gösterdiğimizde bize,  “İşte bizim görmek istediğimiz kent budur” derlerdi.  O sözlerine bir de şunu eklerlerdi.
“Lefkoşa kentinin güneyi neden tümden beton yığınına dönüştü?”
Lefkoşa kenti savaşlar nedeniyle bir pasta gibi bölünse de zaman içinde güneyin ne kadar çehre değiştirdiğini görmüştür turistler.
O tur operatörlerinin şu sözleri hala kulaklarımdadır:
“Bu memlekette turiste beton bina gösterecek olduktan sonra, beton binanın alası bizde vardır.”
Ne kadar haklı ve yerinde sözlerdi onlar.  Tabii ki güneyin neden beton haline döndüğü hususunda tur operatörlerine bayağı geniş bilgi vermiştik.
“Rumların elinde olan güney Lefkoşa’nın neden beton yığını haline döndüğünü size anlatalım.  Savaş öncesinde kuzeydeki kentsel doku ne ise, güneyde de oydu.  Lakin Rumlar, zaman içinde bütün eski eserleri, camileri, türbeleri ve ibadet yerlerini yerle bir edip onların yerine beton binalar kaldırdılar.  Tabii ki Evkaf malları da bunların kurbanı.”
Şu anda Müzeler ve Eski Eserler Dairesi ile Anıtlar Yüksek Kurulu’nun dağarcığında neler var bilmiyorum.  Umudum odur ki, yıkılmaya yüz tutmuş binalara bir an evvel el atsınlar. O durumdaki binalar yıkıldıktan sonra neye yarar?  En azından güçlü bir önlem alınmalıdır yıkılmakla yüz yüze kalan eski binalar için diye düşünüyorum.
Ben bir Lefkoşa sevdalısıyım, bütün Lefkoşalılar gibi.  Sık sık da bu sevdamı dile getiriyor ve devlet kapılarını hayli zorluyorum.
Madem bu kent hepimizin ortak malıdır, aynı oranda çok duyarlı olmamız gerekir.  Daha ne diyelim ki...
İşte bizim eski Lefkoşa...
Lefkoşa’nın yıkılmakla karşı karşıya kalmış zavallı ve acınacak haldeki eski binalar...