Şayet geleceği okuma yeteneğim olsa, önüme bir ekran açılsa ve bütün gelmiş geçmiş politikacıların hayatını bir film şeridi gibi gözlerimin önüne getirsem, ne iyi olurdu diye düşünüyorum.  Zaten öyle bir yeteneğe sahip olamadığımız ama deneyimlerimizle bazı şeyleri görebildiğimiz, hatta teşhis koyduğumuz da bir gerçek.

            Malum gündemde adaylık konusu var.  Bütün partilerin içi hareketlendi ve nice genç, politikaya soyundu.  Sadece gençler değil, siyasete girip çıkmış, bir veya iki dönem milletvekilliği yapmış kişiler de yeniden politikaya soyundu.

            Şu anda yaşadığımız dönemi değerlendirdiğimde, şu soru geliyor aklıma:

            Politika sizi nereye sürükleyecek?”

            Gerçekten bunu düşündü mü politikaya soyunan beyler?  Hele bir düşünsünler bakalım.

            Bu kocaman “aday tablosuna” baktığımda, herhalde birileri bir gün bu ülkenin başbakanı, mecslis başkanı veya Cumhurbaşkanı olacaktır, düşünceleri geçiyor aklımdan.

            Bazı kişiler aday olurken, siyasi geleceğinde elde edeceği rantları düşünür.  Veya o sürüklenişte ne gibi maddi ve manevi katkıların kendisine sağlayacağını.

            Bütün politikacıların çıkarcı olduğunu söylemek yanlış olur.  Ama çıkarcı ve çok hırslı, kindar politikacıların da hayatımızdan geçip gittiğini söyleyebilirim.

            Madem birilerinin bir gün başbakan ve Cumhurbaşkanı konumuna geleceğini dillendiriyoruz,  şu anlamlı ifadeyi de kullanmam gerekir herhalde.

            “Dünya Sultan Süleyman’a kalmadı.”

            Evet dünyanın gerçeği budur esasında.  Çıkmış olduğunuz siyaset yolunda kimlere ne dereceye kadar dürüst davrandınız, kimleri törpülediniz ve karşınızda kocaman bir düşman ordusu yarattınız, bu uğurdaki çalışma döneminde ne kadar temiz kaldınız veya ne kadar kirlendiniz, onu sorgulamanız lazım.  Elbet bir gün bunu sorgulayacaksınız.

            O halde bütün adaylardan ricam, lütfen bu yazımı iyi saklasınlar ve yirmi otuz yıl sonraki durumlarının analizini yapsınlar.

            Bu aralar Hitler’in “Kavgam” adlı kitabını okuyorum.   Nereden nereye nasıl geldiğinin kronolojik tanımını yapıyor.  Hem de bütün kalbi ile.

            Hitler’in en çok girmek istediği  ama kazanamadığı Güzel Sanatlar Akademisi’ydi.  Sınavda pek çok deseni ortaya koymuş ama sınavı geçemeyince bu sanat okuluna alınamamıştı.  Bu okulun başında da bir Yahudi öğretmen vardı.

            Annesi hastalanınca ve ölünce, annesinin ölümüne sebep olan doktorun da Yahudi olduğunu görmüştü.

            İşte Hitlerin hayatının kırılma ve dönüm noktası bu iki unsurdu.

            Birisi okula alınmasının reddi, diğeri de annesi ölünce kendini büyük bir boşlukta bulması.  Dolayısı ile tarihe bir “acımasız katil” olarak geçen Adolf Hitler, binlerce insanın hayatını yok eden ve karartan adam olarak geçmiştir.  Binlerce Yahudi’yi evlerinden, iş yerlerinden toplayıp tellerle örgülü kamplara, oradan da ölüm çukurlarına götürdü ve krematoryumlarda yaktı.

            Hitler bir resim sanatçısı olamadı ama, insan hayatını yok sayan bir diktatör oldu ve bütün Avrupa’yı yaktı yıktı.

            Onun için hayatının dönüm noktası olarak algıladığı o iki olay sonrasında kendini politikanın içinde buldu ve Allah ona; “Yürü ya kulum” dedi.  Keşke demeseydi.

            Hitler’in  bu kadar acımasız olacağını kimse kestiremedi.  Nazi terörizmini hortlatan ve acımasızca insan hayatını yok sayacak noktaya gelen gerçek, işte size sorduğum, “Politika sizi nereye götürecek?” sorusunda yatmaktadır.

            Hitlerin sonu, sevgilisi Eva ile bir yeraltı mahzeninde intiharları ile gelmiştir. Yani intiharla bitmiştir hayatı.

            Hitler’in bir sözü vardı politika ile ilgili:

            “Politikada bir durum vardır.  Siz yalan söyleyeceksiniz ama karşınızdakinden yalan söylememesini isteyeceksiniz.  Karşınızdaki dürüst olsa da, siz dürüst görünüp, karşınızdakini kazıklayacaksınız.   Siz karşınızdakini sevmeseniz de hep sever görüneceksiniz.  Konuşurken hep duvar olacaksınız.  Ser verip, sır vermeyeceksiniz.”

            Ve dahaları vardır Hitlerin deyişleriyle.

            Bu konuda kimler, meclise girecek, kimler bakan olacak, sonra kimlerin önü başbakanlık için açılacak veya Cumhurbaşkanlığı’nın kuleleri görünecek, bunu zaman gösterecek.

            Fakat kabul etmek lazım...  Siyasetin derinliklerine daldıkça, mutlaka kazık atmayı da öğreneceksiniz.  O kazığı sessizce atmanın da marifetlerini öğreneceksiniz.  Ama siz, her zaman eliniz kıçınızda, kazık yememek için kendinizi koruyacaksınız.

            Buarada bir anımı anlatayım sizlere...

            Eski emekli öğretmenlerden bir dostumuz parti meclisine girmek için kendince “büyük yerden güvence aldı” ama tek bir partiliden destek istemedi.  Ama hep, “Ben mutlaka parti meclisine şimdiden gidim arkadaşlar” dedi durdu.

            Sonra baktık ki bu emekli, muhterem ve saf insan, seçimlerde öyle bir kazık yemiş ki, neye uğradığını şaşırmış.  Ertesi gün kendisine sormuştuk.

            “Hani be hoca sen bu işi garantilemiştin?”

            O an mahcup bir eda ile bize şöyle demişti:

            “Arkadaşlar haklısınız.  Bana büyük yerden teminat verildi ama kalın bir kazık yedim.  Lakin bundan sonra elim  erkada kıçımda,  kazık yememeye çalışacağım” deyince bir kahkaha atmıştık.  Bu da hayalci adaylara bir nazire olsun.

            İşte politika öyle çirkin birşeydir, anlayacağınız.