Bu ne hazımsızlık, bu ne kin ve bu ne örkedir, anlamak mümkün değil.  Rumların en son marifeti, Larnaka’daki Büyük Camimizi yakmaları oldu.  Daha önce de Limasol ve farklı yerlerdeki ibadethanelerimizi yakmışlar veya yıkmışlardır.

            Sanırım Müzeler ve Eski Eserler Dairemiz, ada genelinde Rumların cami ve ibadethanelerimize yaptıkları saldırı, sabotaj ve çirkinliklerini belgelemiştir.

            Bu ve buna benzer pek çok olaya tanık olduk 21 Aralık 1963 sonrasında.  Bu dönem, Rumların baskın ve silah zoru ile egemenlik kurdukları Türk bölgelerindekinden farklıdır. O günlerde Rumların kestiği kestik, biçtiği biçtikti.  Özellikle kırsal yörelerdeki cami ve mescitlerimizi yakıp yıkmışlar, mihrabın üstüne de EOKA ve ENOSİS yazmışlardı. Bütün bunları o dönemde belgelerken, kendi basınımızda Rumların yüzlerini bütün düyanın gözleri önüne sermiştik.

            O günden bugüne kadar Birleşmiş Milletler’e, Müslüman kardeşlerimize kaç tane  protesto yazıları ve telgraf gönderdik,  sayısını hatırlamıyorum ama, bu türdeki saldırılar için Rumların bu çirkinliklerine tanık olmuş ve pek çok uluslararası kuruluşa yazılar yazmıştık.

            Bir milletin ibadethaneleri en kutsal yerleridir.  İnsanın en zor zamanında sığınacağı bir yer vardır.  O da, “Allah’ın evi” olarak niteleyebileceğimiz cami ve ibadethanelerimizdir.

            Binlerce kardeşimiz 1963 olaylarında göçmen durumuna düşünce, acılarını camideki dua ve hatta Rumlara “bedduaları” ile ayakta kalabilmişlerdir.

            Burada bir kıyaslama yapalım...

            Rumların kin ve nefret kokan bu davranış biçimlerine inat biz Türkler, özellikle 1974 harekatı sonrasında bütün kiliselere el koyup, çan kulesine de bayrak çekerek, o kiliseleri cami haline dönüştürmüştük.  Ne yapacaktı insanlar?

            Güneyden kuzeye toplu halde gelen kardeşlerimiz, hiç görmedikleri ve bilmedikleri köylere iskan edilince, birinci yaptıkları iş, kiliseyi yıkmak ve yakmak değil, o kiliseleri mükemmel bir ibadethaneye çevirmeleri olmuştur.  Müslümanlar her zaman cami ve kiliselere kutsal yerler olarak bakmışlar ve saygıda kusur etmemişlerdi.

            Büyük göçte Türklerin kontroluna geçen bölgelerdeki kiliseleri bir güzel temizlediler, içine halı ve kilimler serdiler, çan kulesine de ezan için bir hoparlör asmışlar.  Kilisede bir müslümanın ibadet etmesi demek, hrisityan olmak değildir.  Ne de din değiştirmek.  O bağlamda biz Türkler, her zaman Rumların terk ettikleri bölgelerdeki kilise ve ibadethanelere saygılı olmuş, onları korumuş, sırası geldikçe tamiratlarını yapmış ve dini ahlak bakımından yapılması gerekeni yapmışız.

            Rumların son marifetleri Larnaka’daki Büyük Cami’yi yakmalarının utanç ve iğrençliği ile Osmanlı döneminde bir olayı onlara hatırlatalım.

            Zaman zaman belgesel çalışmalarımızda ve geçmişi kaşıdığımızda bazı önemli ve erdemli davranışlara rastlarız, Osmanlı döneminde.  Osmanlılar Kıbrıs’ı fethettiklerinde dönemin padişahı bir ferman göndermişti Kıbrıs valisine. O fermanda şöyle yazılıydı, anımsadığım kadarı ile:

            “Kıbrıs’taki bütün hritiyan ibadethaneleri korunacak, tamir isteyen tamir edilecek, o kutsal yerlere olan saygı korunacak.”

            Hatta bu fermanla birlikte yüklüce bir parayı da göndermeyi ihmal etmemiştir Osmanlı Padişahı.

            Müslüman Türklerin olgunluğu ve erdemi bundan bellidir.  Tarih boyunca bütün kilise ve ibadethaneler devamlı korunmuş ve hristiyan dinine ve ibadethanesine olan saygı gözler önüne serilmiştir.

            Larnaka’daki Büyük Cami’ye yapılan saldırılara olan tepkiler çığ gibi büyüyor.  Gerek Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, gerek KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Başbakan Faiz Sucuoğlu’nun yapmış oldukları açıklamalar tam yerindedir.  Hatta verilen tepkiler az biledir diye düşünüyorum.

            Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözleri, Rumların kulaklarına küpe olsun:

            “Larnaka’daki Büyük Cami’ye yapılan saldırı,  bu çirkinlikler, karşılıksız kalmayacak.”

            Bu açıklamalar insanda bir çağrı oluşturuyor.

            Nedir o çağrı?

            Olaya duygusal baktığımızda, “Biz de sizin kiliselerinizi yakarız” mealinde bir çağrı gibi görünüyor.

            Lakin biz Türkler, hiçbir zaman Rumların ibadethanelerine sabotaj düzenlemedik ve düzenlemeyeceğiz de.

            Sanırım Cumhurbaşkanı Erdoğan, öyle bir an gelecek, Rumlara öyle bir ders verecek ki, bu olayı da onlara hatırlatacak.  Hem de en katmerlisinden.

            Bugün hala Rumlar Akdeniz’de sondaj gemileri ile atıp tutuyorlar.  Türk gemilerini hafife alıyorlar.  1974 öncesinde de Türkiye’yi ve Türk siyasilerini hafife almışlar ve “Türkiye Kıbrıs’a çıkarma yapmaz” saplantısı ile çevirmedikleri dolaplar kalmamıştı.  Ama sonunda o tokadı yediler ya.

            O tokadı yediler de akıllandılar mı?

            Bence hala akılları başlarına gelmedi. Hala diklenip duruyorlar.  Adeta bir farenin aslanın yelesi ile oynaması gibi bir zavallılık gösteriyorlar.  Ama bir gün o arslan kükremeye görsün.  Öyle bir kükrer, öyle bir pençe atar ki, Rumlar bu pençeyi nerden yediklerini bile anlamazlar.

            Her zaman kullandığım bir ifade vardır.

            “Şu gavur milleti ile mi bir gelecek kuracak ve mutlu bir Kıbrıs yaratacağız?”

            Hadi canım sizde...  Unutmamak lazım.  Gavurdan dost, domuzdan post olmaz.

            İşte öylesine bir düşmanla karşı karşıyayız velhasıl.  Türkleri dövemezler ama, ibadethanelerini yakıp yıkarlar.

            Elbet bunun da bir gün bedeli ödenecektir.  Rumlar bunu defterlerine yazsınlar.