‘‘Eğitim süreçleri hayata hazırlamak değil hayatın ta kendisi olmalıdır’’ bu önerme  Ahmet Arslan’a aittir ve Cumhur Deliceırmak da benimsemiştir.

  Eğitim sürecinin hayatın ta kendisi olabilmesi için öğretmenler kendilerini eğitime tabi tutmalıdır.

  Çocuklar geleceğin büyükleridir ezberinden derhal vaz geçip çocuklar günün çocuklarıdır ve çocukluklarını yaşamalıdırlar aşamasına geçilmelidir.

  Evvel emirde anlaşılması gereken şey, çocuğun doğduğu andan itibaren kendine özgü ve özgül, özgün bir insan olduğudur.

  Kendisi olarak doğan küçük insan elbette ki anne babasından bir takım genetik özellikler almıştır ve bu özellikler onun doğal yaşamı ile ilgilidir, doğum anından başlayarak geliştireceği her şey öncelikle kendi seçimleri olmalıdır ve zaten çoğunlukla da olmaktadır.

  ABD de geliştirilen ve öncülerinden birisinin de Vamık Volkan olduğu anlayış çocukların olabildiğince erken yaşta devletin denetlediği eğitim sisteminin içine çekilmesi hapsedilmesidir.

  Mealen şöyle buyuruyordu hazret ‘ 6 yaşından sonra eğitime başlayan çocuklar ilk altı yılda edineceği alışkanlıklar ve oldurmaya başlayacağı kişilik özellikleri ile devletin yarınları için yoğrulacak hamur olma özelliklerini katılaştırabilir ve dolayısı ile de devlete her koşulda boyun eğecek bir yapıya devrilmesi çok zor olabilir.’ ( hazretin evrileceği dediğine, ben hazretin ve patronunun niyetini okuduğun için devrileceği dedim )

  1980 li yıllardan itibaren dünyayı bir virüs gibi saran –en erken yaşta eğitimin / hatta garabet sayılabilecek bir şekilde okul öncesi eğitim diye isimlendirilen şeyin – ana gerekçesi budur.

  Ve devletin eğitimi deyince yerinizden zıplamayın lütfen, kabullenmeseniz de, devletinizin zannettiğiniz eğitim aslında emperyal eğitimin ta kendisidir, devlet buna hayır dese de; benim eğitimim millidir ve yerlidir dese de bu hakikat gizlenemezdir.

  Emperyal eğitim hayatın her alanını virüs gibi sarmış olup, Lefkoşa’daki, Lefke’deki çocuk parkları ile Los Angeles’teki, Paris’teki çocuk parklarının bire bir aynı oluşu kimselerde şaşkınlık ve öfke yaratmazken, tüm devletlerde aynı dizi filmlerin, hem de nerede güleceğimizi dikte ettiren kahkaha efektleri ile yayınlanıyor olması da kimselerin garibine gitmiyor.

  ABD’nin körfez savaşı ile başlatılan bindirilmiş gazetecilik anlayışı nasıl da sirayet etti tüm dünya medyasına ve özellikle de G7’ler denen devletlerin haricindeki devletlerde. Neyin haber olup olmadığını, nasıl ‘barış’ ! gazeteciliği yapılacağını emperyallerden, vakıflardan hem de fonlanarak öğrenip eğitilip uyguluyorlar.

  Bir bakın,  köylerinizde özellikle 1980’lerde ve sonrasında yapılan evlere villalara, ofislere devlet dairelerine, nasıl da Fransa’dan, Amerika’dan aşırılmış mimari örnekler değil mi.

  Yoksa fark etmediniz mi, eğitim fark etmeyesiniz diyedir.

  Dünyadaki bütün maçlar aynı seremoni ile başlar ve Wembley de stadyumdur, Karaoğlanoğlu’ndaki Orhan Dural sahası da da stadyumdur.

  Top sahası ne kadar da yakışacaktı kendi aramızda oynadığımız ve sonunda  kimsenin, hiçbir takımın kaybedeceği veya kazanacağı ciddi şeylerin olmadığı maç etmeler.

  YAK ile ÇTSB ‘ Hisar altında ve TOL ile DTB okul bahçesinde maç edeken Osman Uçaner, Zihni Kalmaz, Özer Komando, Şahsin çıkmıştı aralarından.

  Ya şimdi.

  Dünyanın bütün devletlerinde aynı müzikler,aynı filimler aynı haberler ve bir örnek aynı kıyafetler.

I ıhh bu dünya çok tekdüze hatta kopya.