Geçen hafta içinde bir tv kanalının program akışını tararken, Türkçe adı “Yarından Sonra” olarak verilen  “The Day After Tomorrow” adlı bir Amerikan filmine rastladım.
İlk anda, bunun 1987 yılında Moskova’da tv’de gördüğüm “The Day After (Ertesi Gün)” adlı televizyon film olduğunu sandım.  O film, 1983 ABC (American Broadcasting Company) yapımı bir dram/bilim kurgu televizyon filmi olup nükleer savaşın yarattığı yıkımı anlatıyordu. ABD’de  20 Kasım 1983 tarihinde gösterime girmişti, yani Rusya’ya ulaşması için aradan 4 yıla yakın bir zaman geçmesi gerekmişti.
         O sıralarda oğlumun tedavisi için Moskova’daydım. Günlüğüme, 29 Mayıs 1987 saat 24.00’te şu notu düşmüşüm: “TV’de ‘The Day After’ filmi gösteriliyor. Filme karşı büyük ilgi var.”
Moskova’dan döndükten sonra yazdığım ve sonradan “Kızıl Meydanda Bir Uçak” adıyla kitaplaştırdığım gezi notlarında da (ki benim yayımlanmış ilk kitabımdır), bu filmle ilgili olarak şunları yazmışım:
“Bir akşam televizyonda nükleer savaşın etkilerini gösteren ünlü Amerikan filmi ‘The Day After (Ertesi Gün)’ün gösterimi vardı. Şoför, garson, şef garson bu filmi görmek istediklerini söylediler. Bunu usul hal ile ‘aman gecikmeyin’ anlamında söylüyorlardı. Çevirmenimiz de o gün herkesin aynı konuyu konuştuğunu söylüyordu.
“Otelin 6’ncı katında kalıyorduk. Odamız Moskova’nın en geniş ve trafik bakımından en yüklü caddelerinden biri olan ünlü Lenin Caddesi’ne bakıyordu. Her zaman ve her gece, coşkun bir ırmağın uğultulu akışına benzeyen trafik, o gece filmin gösterildiği sıralarda çok azalmış, adeta durmuştu. Tüm Moskova ve tüm SSCB filmi seyrediyordu.”
Amerikalıların Hiroşima ve Nagasaki’ye attıkları atom bombaları, insanlık tarihinde bir dönüm noktası oldu. Nükleer savaş, neden olduğu yıkım, korkunç boyuttaki can kayıpları, gelecek kuşakları da etkileme potansiyeli ve  canlıların genetiğinde yarattığı kalıcı değişiklikler dolayısıyla insanlığın en korkunç karabasanlarından biri durumuna geldi. Kitaplar yazıldı, filmler çekildi. The Day After / Ertesi Gün bunların en çok bilinenidir. Amerika ile SSCB arasında gerçekleştirilen nükleer silahsızlanma görüşmeleri ile ilgili haberlerde, bu filmden çarpıcı görüntüler (dev mantar bulutları, patlamanın şiddeti ile önce röntgen filmindeki iskeleti görünen ardından dehşetli alev topunun içinde yitip giden insanlar, yerle bir olmuş kentler, tarlalarda yatan ölü çiftlik hayvanları) bol bol kullanıldı.
Günümüzde, Ukrayna’ya saldıran Rusya’nın ikide bir dolaylı/duyurma biçiminde de olsa nükleer silah kullanma tehdidinde bulunması, potansiyel tehlikenin sürdüğünü göstermesi bakımından ilginç, değil mi?      
***
Geçen hafta içinde bir tv kanalının program akışına bakarken rastladığım, Türkçe adı “Yarından Sonra” olarak verilen  “The Day After Tomorrow,”   1987’de Moskova’da gördüğüm televizyon filmi değil, 2004'te çekilmiş Hollywood yapımı bir sinema filmidir. Nükleer savaş gibi insanlığın başka bir karabasanı olan küresel ısınma ve bunun getireceği iklim değişikliklerinin yaratacağı yıkımı ele almakta, doğurabileceği sonuçları gözler önüne sermektedir.
Gerçek yaşamda izlediğimiz gibi filmde de bilim insanları tehlikeyi dile getirip uyarılar yaparlar ama siyasetçilerin kılı kıpırdamaz. Giderek kutuplarda küresel ısınma yüzünden eriyen buz dağlarından gelen soğuk sular doğal dengeyi altüst eder, yaz mevsiminde kar yağışı, kışın çiçeklerin açması gibi olağan dışılıklarla karşılaşılır. Sonuçta gün gelir, New York sular altında kalır ve birkaç saat içerisinde ani ısı düşüklüğü meydana gelir. Dünya bir buzul çağına girmek ve bunun sonucunda köklü bir değişikliğe uğramak üzeredir.
Filmde görsel-efektlerle hazırlanmış olan New York'un su altında kalması, insanların Özgürlük Heykeli'nin yanından yürümesi, kraliyet ailesini kurtarmaya giden helikopterlerin yakıtlarının aniden donması gibi sahneler oldukça etkilidir.
Filmdeki bazı simgesel anlatımlar çarpıcıdır. Örnek olarak koskoca Newyork’ta, kütüphaneye sığınan ve ısınmak için kütüphanedeki kitapları yakan bir avuç insan hayatta kalır. Yani ‘kütüphane’ ile ‘kitap’ hayat kurtarıcıdır. Kitapları yakmak gerektiği zaman birinin vergi kanunlarını yakma önerisi beni gülümsetti.
Güney’e kaçışan Amerikalılar’ın Meksika sınırına yığılması, gülümsetici başka bir simgesel anlatımdır. Olay bittikten sonra bir ABD Elçiliği'nden seslenen ABD Başkanı, Amerikalılara gösterilen konukseverlik için teşekkür ettiğine göre, sınır geçişlerinde sıkıntı çekmez ABD’liler!
Filmin en çarpıcı anlatımlarından biri, siyasetçilerin bilim insanlarının uyarılarına kulak vermemeleri ama yıkımdan sonra bile öne fırlamaları!
Tipik Amerikan sineması doğrultusunda, küresel ısınmanın tehlikelerini dile getiren ve siyasetçileri uyarmaya çalışan filmin başkahramanı iklimbilimci Jack Hall’ın (Dennis Quaid) birkaç arkadaşıyla birlikte, -bireysel ve kahramanca bir performans göstererek- Newyork’taki kütüphaneye sığınan oğluna ulaşıp onu kurtarmasını da atlamayayım. 
***
İnsanlığın iki karabasanı: Nükleer savaş ve küresel ısınma kaynaklı iklim değişikliği!
İkisi de güncel!
Bilim insanları bu iki durumda yaşanacakları bıkıp usanmadan dile getirip siyasetçileri hareketlendirme çabasını sürdürmekte!
Sanat ve sanatçılar yaşanacakları canlandırıp sorunun boyutunu güzel anlatmakta!
Gelin görün ki siyaset, üç maymunları oynamayı sürdürmekte! İnsanın aklına Fransız biyolog ve filozof Jean Rostand’ın (1894 - 1977) söyledikleri geliyor:
 “Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuklar gerçekleştireceğiz, ömrü uzatıp tüberküloz ve kanseri tedavi edeceğiz; ama en düşük seviyeli kişiler tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz.”