Sanırım dünyamızın ve bizim durumumuzu en yalın ve çarpıcı biçimde yansıtır bu yazımın başlığı! Dünya’nın hali gerçek anlamda “duman,” bizim halimiz “darmaduman!”
İkisi de allem kallem Mansura!

***

Dünya’ya bakın, çivisi çıkmış. Savaşlar, doğal afetler, dengeler, dengesizlikler, denklemler, güç gösterileri, kırılmalar, çıkar ilişkileri, inanılmaz bir silahlanma yarışı, nükleer savaş tehdidi, kimyasal savaş olasılığı, terör, mafia ilişkileri, uyuşturucu belası, ekonomik bunalımlar, enerji kavgaları, salgınlar, iklim ve çevre, göçler, sığınmacılar hiç bitmiyor, biter “gibi” olanlar var ama bitmiyor.
Ne yazık ki Orman Yasası, uluslararası ilişkilerde geçerliliğini büyük oranda koruyor. Gücü olan güçsüzü sömürmeyi, soyup soğana çevirmeyi, ezmeyi, cezalandırmayı, etkisizleştirmeyi sürdürüyor. Uluslararası toplum, ülkelerin kendi iç düzenlerinde yaşadıkları gibi, norm ve kurallara yani hukuk düzenine geçiş sürecini bir dereceye kadar başararak “uluslararası hukuk” denen kavramı yarattı ama gerçek yaşamda ve de sahada “uluslararası hukuk” çoğu kez “ne idüğü belirsiz” bir şey olmayı sürdürüyor.
İnsanlık, bireysel ve toplumsal ilişkilerde dev adımlar attı ama hukuka dayalı uluslararası ilişkilerde, masallardaki “arpa boyu” kadar bile yol alınamıyor. Ayrıca uluslararası toplum bağlamında geçerli ya da geçerli gibi olan kurallar/normlar ete kemiğe bürünürken, genellikle “çıkar ve güç” olarak biçimleniyor ve doğal olarak güç, her zaman çıkarın önünde gidiyor. Başka bir deyişle, hangi devletin çıkarının öne çıktığı konusu, gücüyle doğru orantılı olarak işlevselleşiyor.   
Ulusların eşitliği sözde! Üstelik eşitsizliğe “meşruiyet” de kazandırıldı. BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi olması ve bunların veto hakkı, eşitsizliğin ete kemiğe bürünmüş biçimidir. Bu ülkeler ne yaparlarsa yapsınlar, hep yanlarına kalıyor. “Dünya delilerinin” dayılık/kabadayılık gösterileri vaka-i adiye (sıradan olay) gibi! Hatta yapılan dayılığa alkış yarışı bile tutulabiliyor, hatta çoğu kez dayılık idealize ediliyor. Üstüne üstlük beş BMGK daimi üyesinin bir tür koruma altına aldıkları ülkelerin de ayrıcalık ve dokunulmazlıkları vardır. İsrail’in mesela! Hatta Kıbrıs Rum Yönetimi’nin!
İnsanlık anayasal düzenlere (anayasalı devlet yönetimlerine), hukukun üstünlüğüne, hukuk devletine, çoğulcu demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere, bireysel olarak eşitliğe ulaşma yolunda  uzun ve zor bir süreç yaşadı ama sonuca ulaşamadı. Görünüşte öyle olan ama özde bundan uzakta olanlar da cabası! Hâlâ daha anayasal düzene, hukukun üstünlüğüne, hukuk devletine az ya da çok uzak toplumlar / devletler, faşizm ve diktatörlükler var dünyada! Gerçi bunlara (anayasal düzene, hukukun üstünlüğüne, hukuk devletine) ulaşan ülkelerin, özellikle “süper”lerinde “emperyal iştiha” pek bitmiyor ve bu değerler yalnız kendileri, kendi insanları için geçerli oluyor ya! .       
İşin kötü yanlarından biri, dünya düzeninin, giderek Orman Yasası’nın geçerliği anlamında daha da ormanlaşması! Soğuk Savaş’ın yarattığı dehşet dengesi, caydırıcılık unsuru taşıdığından, Orman Yasası uygulamaları için çok düşünmek gerekirdi.
Öyle bir denge yok artık!
Dünya’nın değişik ve çoklu güç odakları, süper güç adayları var artık!

***

Yazı başlığında Dünya’dan ve bizden söz ederek Türkiye’yi göz ardı ettiğim sanılmasın. Kim ne derse, nasıl düşünürse düşünsün, -hep söylendiği gibi- Kıbrıs Türkleri’nin Anavatanı olan Türkiye öksürdüğünde biz grip oluruz. Yani bizim durumumuz “darmaduman”sa Türkiye’nin hali ne yazık ki dumandır. Yani bizim “darmaduman” olmamızdan Türkiye soyutlanamaz.
Aynı zamanda hali duman olan Dünyamızın ana unsurlarından biridir Türkiye! Dünya’dan soyutlanamaz. Yalnız yüzyılın değil, büyük olasılıkla tarihin en büyük deprem felaketlerinden birini de yaşamış üstelik!  
Tarihî bir dönemeç olacağı görülen bir seçim arifesinde olan Türkiye konusunda daha çok konuşmak gerekmez diye düşünüyorum.   

***

Bu dumanlaşmış ortamında, üstelik de kriz noktalarının göbeğinde olan bu minnacık adamızdaki biz, Dünya’da değiliz sanki! Oysaki Dünya’nın olumsuzlukları bizim de olumsuzluklarımız! Ayrıca doğrudan bizden, kendimizden kaynaklanan çok olumsuzluklar var.  Neredeyse A’dan Z’ye her şeyimiz sorun!
Bürokrasi sorun, eğitim, sağlık, çevre, fiziki planlama, imar plansızlığı sorun!
Ekonomi, enflasyon, pahalılık daha da sorun!
Ekonomide tröstleşme, tekelleşme gözle görülür durumda!
Gelir adaletsizliği, geçim derdi tavan yapma aşamasında!
Belleksizleşme yolunda hızla ilerliyoruz. 
Sistem yurttaş değil, devlete düşman yaratıyor.  
Toplumsal yapımız giderek bozuluyor, güvenlik sorununa doğru hızlı bir gidiş var.  
Trafik felâket!
Artık su gibi, hava gibi, yaşamak için ve yaşama hakkının sürdürülebilirliği için gerekli “elektrik” bile sorun! Hem de ne sorun?
Üniversitelerimiz bile giderek “sorunlulaşarak” ülkeye kaçak girişlerin aracısı durumuna düşmüş.
Devlete yaşamsallık veren düzeneklerin başında gelen, kamu ile tüm ilişkilerinde ve günlük işlerde yurttaşın karşısına devletin somutlaşmış  biçimi olarak çıkan; ekonomiye yön verme, destek ya da köstek olma konusunda etkili bir araç, Devlet’e güven duyma ya da duymama konusunda önemli bir gösterge, en yalın anlatımla devletin simgesi ve eli ayağı olan bürokrasi, en yalın anlatımla “işkencehane”ye dönüşmüş.            
O kadar küçük bir toprak parçası, o kadar az bir nüfus, nasıl bu kadar sorun barındırır, nasıl bunca olumsuzluk yaşanır, böylesine kötü ve sorun çözmez/çözemez bir siyaset kurumu nasıl olur, anlamak zor!
Nerdeyse tüm devlet işlevleri kısır bir döngü içinde! Sorunlarda çözümsüzlük ve olumsuzluklar gırla!
Halimiz başlıkta kullandığım gibi “darmaduman” değilse nedir Tanrı aşkına! (Vatan, 11 Nisan 2023)

***

Almanlar’la girdiği çatışmada yenilen bir Fransız generali, üstlerine göndereceği rapor için “yaz” der emrindeki subaya, “Almanlarla girdiğimiz savaştan zaferle çıktık.”
“Fakat generalim” diye tepki gösterir subay, “biz yenildik.”
“Sen benim dediğimi yaz evlat” der general, “ileride tarih yazarlarken bizim raporumuza bakacaklar.”
Bir anlamda ve en yalın anlatımla “sorun çözme sanatı” olan siyaset, başarılardan pay almasını çok iyi bilir. Bu konuda çok da beceriklidir. Başarısızlıkları laf kalabalığı ile başarı gibi göstermeyi,  başkalarına yüklemeyi, gerekçeler/mazeretler/nedenler arkasına saklanmayı da Fransız generalinden iyi bilir. Sorumluluktan kaçmayı daha da iyi bilir.
Onca olumsuzluğu/rezalete karşın aslında başarı değil yapılması gerekenleri ve rutin işlerini bile başarı olarak gösteren bir siyasetçinin (ya da üçlü kararname ile gelen üst düzey bürokratın), “cek-cak”larla, şu yapılacak, bu yapılacak, denetimler başlayacak söylemleriyle üste çıkarak, bırakın istifa etmeyi  “sorumluluk” yükleneni gören/bilen/duyan var mı?
Bu yazdıklarıma, görüntüsü bile insanın tüylerini diken diken eden son ayların yabancıların mülk sorunu,  iç güvenlik, uyuşturucu maddeler, sahtecilik, yolsuzluk, rüşvet, iltimas, gümrük kaçakçılığı ve bunlar gibi olaylarla ilgili iddialarla tutuklamaları, bir de ortada dolaşan iddiaları da ekleyerek, nerde hata yapıldı diye düşmek gerekmez mi?