Erken Genel Seçimleri sonrasında oluşan dörtlü koalisyon, bayağı bazı konularda iddialı başladı göreve.  İddialı oldukları konulardan birisi de şu üçlü kararnamelerdi.
Gerçekte üçlü kararnemeler, devletin verimli hizmet açısından çok büyük kayıplarıdır diye düşünüyorum.  Zamanında başlatılan üçlü kararnameler, gelmiş geçmiş iktidar ve muhalefet temsilcileri, tümden bu kurala uymuşlardır.  Sanırım ülkemizdeki üçlü kararnamelerin mimarı da Turgut Özal iktidarıdır.
Zaman zaman geçmişte de, şimdi de, çatlak sesler çıkıyor toplumda:
“Yahu devlet dairelerinde işler yürümüyor.  Bürokrasi yozlaştı.  İş bilen adamlar görevden alındılar, şimdikiler de henüz yeni yeni giriyorlar işin içine.”
Gerçekte bu ifadeler, bence yeni bakanlar için de geçerlidir ayrıca.  Yeni bakanlar da göreve geldiklerinde her zaman bocalamışlar ve halk ağzıyla, “işin alımını alana kadar” bayağı zaman harcamışlar veya harcayacaklardır.
Bakanlık nedir?
Her zaman bakanlık makamının ve onun altındaki organlarının görüntüsü bize, “Büyük bir komite ve komitenin başı ile tüm üyeleri” gibi bir mesaj vermiştir.
Tabii ki gelmiş geçmiş pek çok değerli siyasiler olmuş ve işbaşı yapmışlardır.  Şu anda iş başındaki bakanları “iş bilmezlikle” suçlamak galiba biraz haksızlık olur.  Hele bir bekleyip görelim bakalım iş başına gelen bakanlar işi nasıl yönetecekler ve işleri beklenen düzeyde nasıl başaracak...
Göreve gelen her bakan, mutlaka altındaki elemanlara güvenmek zorundadır.  Veya elinin altındaki memur, mutlaka kendisine sadık olmalı ve bakan o duyguyu özümsemelidir.  Bu doğaldır esasında.  Gerçekte bakan ve bakanlığı yönetecek veya yönlendirecek olan üst düzeydeki memurlardır bana göre.
Bakan “Şu şu konuda bir tüzük hazırlayınız, bakanlar kuruluna sunalım” dediğinde herhalde altındak deneyimli müdür-müsteşara güvenerek o tüzüğün hazırlanması beklentisi içine girmiş olacak.
Mesela ilk DP-CTP koalisyonunda yirmi beş otuz civarında müdür ve müsteşar üçlü kararname ile görevden alınmışlar, onların yerine deneyimsiz kişiler getirilmişti. Veya kısmen deneyimli kişiler.
Bu örneklemelere dayanarak geçmiş yaşananlara parmak basmakta ve bunun üzerine yorum yapmakta fayda vardır.
Şayet DP üçlü kararname atamlı deneyimli müdür müsteşarları almamış olsaydı, mecburen o memurlar “devletin bir hizmetkarı” olarak görevine devam edecek ve bunun yanında DP, kimseyi dışlamadan o değerli bürokratları yanına çekecekti.  İşte DP’nin büyümemesinin nedenlerinden birisi de budur.
DP, bölünmüş bir elmanın yarısıydı.  Öteki yarısı da UBP idi.  Yani “yok birbirlerinden farkları” ideoloji ve siyaset anlayışı açısından.  Özellikle KKTC’nin yaşatılması görüşü, her ikisinde hakimdir.
O koalisyonun diğer ortağı olan CTP, hemen bütün üçlü kararname kapsamındaki memurları görevden almışlar ve dolayısı ile bir “görevden alınanlar ordusu” yaratmışlardı.
Aynı şeyi CTP için de kullanıyorum.  Ben eminim, şayet o dönemde kimseye dokunmasalar ve o değerli elemanlardan yararlanmış olsalardı, elbette ki devlet ve halk kazanacaktı.  Ama olmadı.
Özellikle o dönemde görevden alınan memurların çoğu, kök olarak İngiliz İdaresi döneminin bütün bürokrasi ve idari hizmtlerinden gelmekteydiler.  Anımsadığım kadarı ile üçlü kararnameler hayata geçince, rahmetlik Kutlu Adalı’yı Kayıt Dairesi Müdürlüğünden almak istemişler ama alamamışlardı.  Çünkü Kutlu Adalı’nın tayini, direk Kamu Hizmetlerindendi.
Bu işin bir de diğer yüzü var, bir fotoğraf gibi...
Çoğu insan bunları doğal karşılar.
“Elbette adamlar göreve geldi, mutlaka güvendiği ve çalışmak istediği memuru yanında görmek ister.”
Bir başka düşünce de şudur:
“Seçim sürecinde adam kendi partisine çalışmış ve yıllarını vermiş, elbette böyle bir günü bekleyecek, kendi partisi göreve gelsin ve bir mevki kapsın.”
Bu da doğru bir teşhisdir.
Şöyle mantıklı düşünelim...
Şayet bir müdür, hangi parti gelirse gelsin, doğru ve dürüst çalıştıktan sonra ve de görev başında siyaset yapmadıktan sonra onun günahı nedir görevden almak.  Bu durum yeni atananlar için de geçerlidir.
Şu üçlü kararnamelere o pencereden bakıyorum.  Oldum olası her zaman eleştirmişimdir değerli insanların görevden alınmasını.
Yine geçmişe parmak basacak olursak, görevden alınan müdür müsteşarlar, orda burda, kulüp ve kahvehane köşelerinde zaman öldürmüşlerdi.  Hangi parti olursa olsun, hangi partinin iktidar veya muhalefet dönemi olursa olsun.  Olaya bakro düzeyde bakmaya çalışıyorum.
Yanlış olan nedir bilir misiniz?
Farklı bir partinin bakanlığında hizmet vermek durumunda olan üst kademe yöneticisinin, işleri sabote etmesi veya işi ağırdan alması.  Bir diğer deyişle, işleri yavaşlatması ve yokuşa sürmesi.
Bu durumların yaratılmasında bütün gelmiş geçmiş partilerin suçu vardır.  Ne kadar acıdır büyük deneyim kazanmış insanların dışlanması veya bir başka bakanın bünyesinde kendini yabancı hissetmesi.  Bir diğer deyişle bulunduğu ortama yabancılaşması da diyebiliriz.
Bence herşey bakandan biter.  Şayet üçlü kararname kapsamında olup da görevden almadığı memur dürüstçe çalışır ve yeni bakan tarafından takdir görürse,  işte o zaman bu çarkın dönmemesi için bir neden yoktur.  Zaten eski bürokrata dokunmak bakanın çıkarlarına değildir, deneyim açısından.  İşi sabote eden bir müdür veya müdürle karşılaşılırsa, elbette ki bakanın öyle bir müdür veya müsteşarı görevden alması gerekecektir.
Bu yazımı kaleme aldığımda dünkü gazetelerde çıkan üçlü kararname atamalarından hiç haberim yoktu.  Demek tesadüf etmiş...
Bütün bunlar kafamda dolanıp dururken, şu andaki dörtlü koalisyon ortakları, “üçlü kararnameleri kaldıracağız” anlayışı ile hareket etmek üzere bazı tedbirler düşünerek adım atacaklarını düşünürken, atamalar gerçekleşmiştir.
Doğrusu merak ediyorum bu işi nasıl başaracaklar ve üçlü kararnameleri sonlandıracaklar.    İkitadarı yıpratmak veya eleştiri anlamında yazmıyorum bu yazıyı.  Sadece gerçekler ışığında üçlü kararnamelere parmak basıyorum, kusura bakmasınlar.
Zaman zaman kullanılan ifade, “Görevden alınanlar ordusu yaratıldı” sözleridir insanın kafasını kurcalayan.
Tabii ki herşey siyasete endekslidir.  Hangi bakanda var o yürek, kendisine veya partisine oy vermeyen bir üst kademe yöneticisini görevden almadan birlikte çalışmak?
Hep bu iyi niyet yazıma karşın eleştirel anlamda tavır almıyorum.  Sadece söylenenlerle yapılanlar arasındaki farklılıkları analiz ediyorum.
Yani şu Üçlü Kararnameler, dostlarım!