Medyaya yansıyan haberlere göre 2022 yılında KKTC’de 1247 evlenme, 945 boşanma gerçekleşmiş. Yani evliliklerin % 75.78’i oranında boşanma olmuş. 
Arşivimi karıştırırken bulduğum ve bu sayfada 10 Ağustos 2010da yayımlanan “AİLEYİ KORUMAK” başlıklı yazımda aynı konuyu buldum. 2003 ile 2009 yıllarında boşanma oranı % 50 imiş. Her iki evliliğe bir boşanma! 2022’de oran % 75.78’de, iki evlilikten 1.5’ten çok boşanma! 
Yani 13 yılda % 50’nin üzerinde çoğalmış boşanmalar! Roket hızıyla!  
O yazımı paylaşmak isterim:
“AİLEYİ KORUMAK
“Aile toplumun temelidir.  Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri ailenin, ananın ve çocuğun korunması için gerekli önlemleri alır ve örgütleri kurar.”    
Bu alıntı KKTC Anayasası’ndandır. KKTC Anayasası’nın “Sosyal ve Ekonomik Haklar, Özgürlükler ve Ödevler” başlıklı ÜÇÜNCÜ BÖLÜM’ünün en başında, “Ailenin Korunması” başlığı ile yer alan 35’inci maddenin (1) fıkrası olarak yer almıştır.
EVLİLİK KURUMUMUZ ÇATIRDIYOR (MU?)
Birkaç gün önce yazılı ve görsel medyada “Fikrin Ve Hukukun Üstünlüğü Hareketi” Başkanı Barış Mamalı imzasıyla yayımlanan bir açıklama, Anayasa’nın yukarıdaki (1)inci fıkra kuralının, “havada” kaldığını; Devlet’in, “ailenin korunması” bağlamında neredeyse “taş üstüne taş koymadığı”nı gözlerimizin önüne seriverdi.   
Açıklamada istatistik verilere de yer verilmiş. Bunlara kısaca değinelim:
2003 yılında, 886 boşanma davasının 426’i boşanma ile sonuçlanmış!
2009 yılında, 1127 boşanma davasından 669’u sonuçlanmış.
2009 yılında, 1273 evliliğe karşın 669 boşanma gerçekleşmiş.
2003 ve 2009 verilerine bakıldığında her iki evliliğe karşılık bir boşanma görülüyormuş. (Boşanma oranı %50.)
2003 yılında boşanma davalarının büyük çoğunluğunu şiddetli geçimsizlik oluştururken, 2008’de “anlaşmalı boşanmalar” birinci sıraya yerleşmiş. 
2005 yılına göre 2009 yılındaki boşanma sayısı, sayısal olarak %150 artmış.
Son beş yılda gerçekleşen boşanmalar nedeniyle 2869 çocuk, anne veya babasından ayrı yaşamak zorunda kalmış.
Son beş yılda gerçekleşen boşanmaların 1112’sinde ortada çocuk yokmuş. 
Elbette ki bu istatistik veriler sistematik değil ve bir bütün oluşturmuyor. Her şeyden önce aradaki yıllarda durum ne? Yine de bu verilerin bize epeyce ışık tuttuğu yadsınamaz.
SAPTAMALAR… SORULAR…  VE ÖNERİLER…
Açıklamada, bizim de katıldığımız saptamalar yapılmakta, sorular sorulmakta ve öneriler yapılmaktadır. Bunları olabildiğince sistemleştirmeye çalıştım. Çıkan sonuç şöyle:
Önce saptamalar: 
Aile toplumun minyatürü, devletin de en temel hücresidir.
Ailenin temelini evlilik oluşturur.
Yıkılan her aile aslında toplumun temelinden alınan bir harçtır.
Sağlıklı nesillerin yetişmesi çocukların ruhen huzur içinde yaşayacakları bir ortamda gelişmeleriyle sağlanabilir.
Aile bir vücuttaki organlara benzer. Vücuttaki organların birindeki arıza diğer organların işleyişini hatta yapısını dahi etkilemektedir. Toplumu oluşturan ailelerde meydana gelecek arızalar tüm topluma dolaylı da olsa olumsuz etki yapar.
Ülkemizde son beş yıla bakacak olsak bile, açılan ve neticelenen boşanma davalarında çok ciddi bir artış olduğunu görmekteyiz. İstatistiksel verilerin anlamı, “ailenin temel olduğu toplumsal yapımızın %50 oranında çatırdamakta, çürümekte” olduğudur.
Boşanma sonucunda ailesinin bütünlüğünü kaybeden çocukların yaşadıkları travmalar toplumsal açıdan çok daha önemlidir. 
Bu ülkede genç nesillerin yetişebileceği sağlıklı aile ortamı %50 gibi düşük bir seviyede kalmaktadır.
Boşanma nedeniyle bu ülkede anne veya babasından ayrı yaşamak zorunda kalan çocukların sayısı inanılamayacak kadar çoktur ve nüfusumuza oranladığımızda bu rakamın çok yüksek seviyede olduğu ve bu kadar boşanmış ana ve babaya sahip çocuk belki de sadece K.K.T.C’de var olduğunu görmekteyiz.
Aile yapısının çok mu güçlü olduğu, yoksa yıkılacak derecede çürümeye mi başladığını saptayabilmek için ülkemizdeki boşanma sayısına bakmak yeterli olacaktır.
Bu konu ihmale gelecek veya küçümsenecek bir konu değildir. Özellikle parçalanan ailelerin çocukları ciddi manevi ve maddi zararlara uğramakta ve gereken psikolojik yardımın sağlanmaması halinde de sorunlu bir genç olarak hayat içerisinde yerini almaktadır.
Sorular şöyle:
“Ülkemizdeki toplumun temeli ne kadar sağlamdır? 
Aile yapısı çok mu güçlüdür? Yoksa yıkılacak derecede çürümeye mi başlamıştır?
Evlenme aşamasında mı yoksa evlilik sonrası yaşanan sebeplerden ötürü mü aileler parçalanıyor?
Ortaya konan öneriler ise şöyledir:
K.K.T.C gibi küçük bir toplumda evliliklerin %50’sinin boşanma ile sonuçlanmasının sosyolojik açıdan ciddi şekilde ele alınması gerekmektedir.
Ailelerin, evlenme aşamasında mı, yoksa evlilik sonrası yaşanan nedenlerden ötürü mü parçalandığı saptanıp gerekirse Devlet eliyle ailelere eğitim ve terapi uygulanmalıdır. 
Rakamlardan görüleceği gibi “Aile” bu ülkenin en sorunlu kurumlarından biri olmasına rağmen bununla ilgili bir bakanlığın veya dairenin olmaması da büyük bir eksikliktir. Sorunlara kangren olmadan önce neşter vurulması ve toplumun çekirdeğinin kurtarılması gerekir.  
SON OLARAK
Son zamanlarda toplumuzdaki boşanmaların çok arttığı gözle bile görülebilmektedir. Zaman zaman bu durumun aile kurumumuzdaki olumsuz etkileri medyaya da yansıyor.
“Fikrin Ve Hukukun Üstünlüğü Hareketi,” bu konuda uyarıcı yapmayı kendisine görev bildiği için takdir edilmelidir. 
Önemli olan ülkede “karar verme” düzeneğini elinde tutanların uyarıları görmesi ve ortada ciddi bir sorun olduğunun ayırımına varıp önlemler almasıdır. Ne yazık ki bu konuda bırakın ciddiyetle yaklaşmayı, sorunun ayırımında olmayı bile beceremeyen bir siyaset kurumu söz konusudur.
Her şeyin sorun olduğu, sorunlar yumağına dönüştüğü küçücük ülkemizde, olumsuzluklar toplumun temeli “aile”yi de sarmışsa; Devlet, kamu yönetimi ve ekonomideki “yapısal bozukluklardan daha da ciddi bir durum söz konusudur.
Bu toplum, eğer onca badireyi atlatabilip bu güne gelebilmişse, bunda sağlam aile yapısının işlevi ve önemi ilk sıradadır.
Elbette ki Anayasa’nın görev vermesine karşın, Devlet’in “aile” konusunu bir devlet işlevi olarak kurumlaştırmaması ciddi bir eksikliktir. 
Konu es geçilecek bir konu değildir. Çok ciddi olarak ele alınıp bilimsel olarak irdelenmelidir. Ve bu konuda esas görev Devlet’indir.”
***
Bildiğim kadarıyla -girişte de belirttiğim gibi- Devlet ve siyaset kurumu bu konuda parmağını bile kıpırdatmadı. Anayasa kuralını da es geçti böylece! Yine bildiğim kadarıyla ne kişi bağlamında, ne sivil toplum bağlamında bu konuda ses veren yok. 
Bu durumun, ne toplumu, ne Devleti pek etkilemediği anlaşılıyor. Gözümden kaçmış mı bilemem ama benim görüş alanıma bir yansıma girmedi. Yani inanılmaz bir duyarsızlık söz konusu! Toplum da Devlet de olup biteni kanıksamış gibi!
“Fikrin Ve Hukukun Üstünlüğü Hareketi” 13 yıl önce sorunu iyi tahlil etmiş, öneriler de sunmuş. Ya sonra? -Eğer hâlâ varlığını sürdürüyorsa- yeniden ses vermesi gerekmez mi?. 
Ölü toprağı mı serpildi üstümüze, yoksa “şu mektepler (okullar) olmasa Maarifi ne güzel idare ederdim” sözü atfedilen Osmanlı Maarif Nazırı’nın (Eğitim Bakanı)  anlayışı mı egemen oluyor bu konuda ne?