İyi pazarlar değerli okurlar. Bu hafta aşure kazanında kaynayan malzemeler ağırlıklı olarak başbakan sayın Özgürgün ile CTP genel başkanı sayın Erhürman tarafından  atılmış olan seçim malzemeleridir ve seçime kadar diğer ğartiler de bu doğrultuda malzeme atmaya devam edeceklerdir. Seçim tarihi hemen hemen belli olmuş gibidir. Hal böyle oluca seçim rüşvetleri de kasalardan çıkıp aşure kazanına dökülmeye başladı bile. 
Sayın Serdar Denktaş, Göçmenköy spor kulübünün borçlarını ödemeyi deruhte etti. Hükümet arsa dağıtmayı hızlandırdı. Daha önceki söylemlerinin tersine, kış saati uygulamasına geçileceği açıklandı. Vatandaşlık dağıtılması tam gaz yol alıyor.  Adaylar bile belli olmaya başladı. Hal böyle iken iş kazalarıyla trafikte can kayıplarımız devam etmektedir.  Balıkersiredki iş kazasında bir yabancı çalışan can verdi, Cuma gecesi de Lefkoşa şehir içindeki trafik kazasında  yabancı bir öğrenci yaşamını yitirdi. Her ikisine de Allahtan rahmet dileriz. Maalesef yapabileceğimiz başka bişey yok.
Bizde bunlar olurken ABD’nin başlattığı “vizesizlik” uygulamasına bir el de AB’den geldi. Türkiyeye 3 günde verilmekte olan vizenin süresi, 21 güne çıkarıldı.
Önümüzdeki günlerde çok daha farklı şeyler yaşanabilir. Hazırlıklı olmakta yarar vardır.
Bu ortamda biz de geçen hafta okurlara verdiğimiz sözü tutuyoruz. Tanıtmaya söz verdiğimiz bir kişi vardı. Ayşe Ahmet. Ben kendisini bundan 44 yıl önce tanıdım. Size de tanıtmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.O zaman sahibolduğu ayırımcılık ve haksızlığa karşı mücadele ruhu hiç eksilmemiş; aksine  daha da güçlenmiş. Hedeflerine ulaşacağına olan inancımı belirtip  kendisiyle gurur duyduğumu ifade ederken uğraşlarında  başarılar diliyorum. Bu mücadele, sadece onun kişisel mücadelesi değildir. Tüm Kıbrıslı Türklerin, dünyanın herhangibir yerinde “yabancı” sayılıp sesini duyuramayanların ve haksızlığa uğrayan herkesin ortak mücadelesidir.  Bu mücadeleyi  hep birlikte kendi anlattığı şekliyle okuyalım:
HAKSIZLIK, YABANCI DÜŞMANLIĞI  VE 
AYIRIMCILIKLA SAVAŞI HEDEF 
SEÇMİŞ OLAN KIBRIS TUTKUNU BİR 
MÜCADELE İNSANI: 
AYŞE AHMET
Babam Karpazın Litrakomi  köyünden Ahmet Mustafa Hasan (Sarpoğlu)(Yeşilköyden Safaoğlularından yetişir) . Onun babası da Litrakomili (Boltaşlı), annesi  Ayantroniko (Yesilköy) ’ lüdür. Annem,  Karpazın Melanarga(Adaçay) köyünden Şerife (Karakoçi – Karagözlü) dir. Onun annesi Kaleburnu, babası ise Avsimyo  (Avtepe) köyündendir. Babamın ve annemin aileleri çok genişti. Babam , o dönemde Kıbrıstaki ekonomik nedenlerden dolayı kurtuluşu gurbet ellerinde arar. 1950’lerin başında, 22 yaşında bir gençken Limasoldan gemiye binip soluğu Londrada almış. Ben henüz bir bebektim. 
Babam çok güçlü bir kişiliğe sahipti. Londraya gidince  bizden çok  önceleri Kıbrıstan Londraya göç etmiş Kıbrıslı bir Türkün,  Nevvar Hikmetin   restorantında garson olarak çalışmaya başlar.  Ancak bunu yeterli görmez. Daha sonra eğitim görüp profesyonel ahçı olur. Başka bir restorantta da ikinci  bir işte de çalışmaya başlar. Ancak o şartlarda iki sene kadar sonra bizi de Londraya götürebildi.
O zamanlar yaşam çok daha zordu. Fakirlik çok daha büyük boyutlardaydı.Hatırlarım, iki –üç kilometre uzaktaki tanıdıklara misafirliğe  yürüyerek gider ve dönerdik. Babam beni bütün yol boyunca kucağında taşırdı. Otobüse bile binemezdik.
İlkokul çok zor koşullarda başladı ve geçti. Yabancılara karşı büyük bir ayırımcılık yapılıyordu. İrlandalılar, zenciler ve Kıbrıslılar istenmeyen kimselerdi.  Bunlara ev bile kiralamak istemezlerdi. Evlerin üzerinde levhalar asılıydı:
NO IRISH - NO BLACKS - NO BUBBLES
Kıbrıslılara (Türk ve Rum ayırımı yapılmaksızın) Bubbles derlerdi. Benim sınıfımda birkaç tane yabancı vardı. İngilizler bizimle arkadaşlık etmezlerdi. Evlerine misafirliğe çağırmazlardı.  Okulda çok aşağılanırdık. Korkunç bir ırkçılıkla karşı karşıyaydık. Irkçı çeteler vardı:  Teddy Boys, Skinheads, Mods and Rockets ve benzerleri.
Bu duruma dayanmak kolay değildi.  Ancak ailem, babam ve annem, bana da , kızkardeşim Hanifeye de, buna nasıl dayanacağımızı öğrettiler. Kültürümüzü korumayı öğrettiler. Biz bu sayede bu ayırımcılığa, ırkçılığa , aşağılanmaya dayanabildik. 
O zamandan kafama koymuştum. Irkçılığa, ayırımcılığa karşı duracak, ileride sesini çıkarmaktan aciz kimselere yardım edecektim.
Ben bu zor şartlarda okula devam ederken, babam hala 2 işte çalışıyordu. Annem terziydi. Dikiş dikerdi. Ama fabrikalarda, atölyelerde gidip çalışmazdı. Evde diker, fabrikaya teslim ederdi. Sonra uzman oldu. Gelinlik gibi özel kıyafetler  dikerdi. 
Önceleri  kiracıydık. Sonra bir daire arkasından bir daire daha ve en sonunda bütün binayı aldılar.  O zamanlar Ortalık kömür dumanlarından görünmezdi. Pusluydu. Yolun karşısı görünmezdi.
Bu sıkı tempoya rağmen, Kıbrısı ancak babamın ayrılışından on yıl sonra ziyaret edebildik. Babam bizimle gelemedi. O , ancak ayrılışından 18 sonra Kıbrısı ziyaret edebildi. 
Kıbrısa geldiğimizde  artık durum çok değişmişti. EOKA Adaçay köyünü basıp  herşeyi yakmıştı.  Türkler evlerini bırakıp Boltaşlı köyüne  göç etti. Türk-Rum savaşı henüz başlamamıştı ama, uzaktan savaşın ayak sesleri , yakılmış evlerin kokusu sanki gelmeye başlamıştı. Limanda eşyalarımız didik didik aranmıştı. Güya silah, cephane , bomba aranıyordu. Boltaşlı’da ise durum daha da vahimdi. Geceleri ansızın silahlar patlar, gözümüze uyku girmezdi.
Yıllar yılları kovaladı. Okulu bitirdim, öğretmen oldum. Ayrıca  ethnic minority achievement  ve psikoloji okudum, Tavistock çocuk kliniği nde çocuk eğitimi yaptım. 
Ortaokul- lise fen ve biyoloji öğretmeniydim. Daha sonra sene başkanı oldum ve 11 sene eğitim yönetiminde bulundum. Okula ilk başladığım yıllarda kendi kendime verdiğim sözü tutma, ayırımcılığa karşı durma zamanı gelmişti. Gerçi ırkçılık eski seviyesinde değildi ama hala aşağılanan, sesini çıkaramayan kimseler vardı. 
Rehber öğretmen  ve Counseling Aspects of Education olarak görev yapıyordum. Stoke Newington okulunun yönetimine girdim. Hiçbir öğrencinin yaramazlıktan  dolayı okuldan atılmasını istemiyordum. Bunu içime sindiremiyordum. Problemli  öğrenciler için okulun ne yaptığını, notlarını yükseltmek için okulun ne gibi aktiviteler gerçekleştirdiğini sorgulamaya başladım. Aslında bütün çocuklar için ama özelde yabancı çocuklar için mücadele ediyordum. 
Öğretmenliğe ilk girdiğimde bir grup kurdum. Sessiz duran, pasif, okula gelmek istemeyen    genellikle yabancı öğrenciler için. GÜVEN AŞILAMA GRUBU. Türk öğrenciler çoğalınca Türk çocuklarına gönüllü olarak bu hizmeti vermeye başlamıştım. .
Tüm bu mücadele süresince en çok ağırıma giden husus, Kıbrıstaki soydaşlarımızın bizi yabancı saymalarıdır. Ben ki, İngiltere’de İngilizlerin yabancılara uyguladığı ayırımcılığa karşı tüm yaşamım boyunca mücadele ettim, beni yabancı saymalarına o kadar içerlemedim. Ama vatanım saydığım Kıbrısta yabancı sayılmak beni kahrediyor. 
Evlendim, bir kızım, bir oğlum oldu. Çocuklarımı Türkçe konuşan MİNİK KARDEŞ kreşine gönerdim. İngiltere’de Türkçe okutulan tek kreşti. Türkçeyi ve kendi kültürlerini öğrenmesi çok önemliydi.
Oğlum Mimar, dünyanın en saygın üniversitelerinden  birinde master yapıyor. Kızım senarist oldu. Sinema filmleri ve tiyatro oyunları için senaryo yazıyor. 3 okulda ders veriyor.  İkisiyle de iftihar ediyorum.
Annemi  meme kanserinden kaybettiğimizde henüz 57 yaşındaydı. Londraya defnettik.   Ölümünden 30 yıl sonra annemin, ölümünden 36 yıl sonra ninemin ve  vefat ettiği zaman babamın da cenazelerini Kıbrıs’a, Mağusa mezarlığına getirttik.  Çünkü burada günde 5 vakit ezan vardır.  Biz ezandan gurur duyarız. Ayrıca mezarlık bakımlıdır, temizdir. Londradaki mezarlık çok bakımsızdır. Bunlardan başka Mağusa Belediyesi her Perşembe mezarlıktaki kişilerin tümü için mevlit okutmaktadır. Belediye başkanı sayın İsmail Arter’e ve tüm belediye çalışanlarına buradan teşekkürü bir borç bilirim.
Haksızlığa karşı baş kaldırmam, sadece eğitim alanıyla sınırlı kalmadı. Babam  hastanede  tedavi görüyordu.  Hastanede çalışan bir yüksek  hemşirenin ihmali, ilgisizliği ve iş saatinde  işiyle ilgilenmek yerine telefonla vakit geçirmekte olması yüzünden ve hastanenin hatası nedeniyle babamı kurtaramadılar.  Vefat etti. Dünyamız başımıza yıkılmıştı ama hemşireyi işten çıkarmakla yetindiler. Kendisine ceza vermediler. O, başka bir hastanede işe başlama şansı buldu.
Bu, haksızlıktır. Aynı hemşire, yeni gittiği hastanede başka kişilerin de yaşamını yitirmesine sebep olabilir. Bu görüşüm, hastane yönetimiyle ters düştü. Ben de Hastane yönetimine seçim yoluyla girdim. Yönetim kurulu 3 yılda bir seçimle başa gelir. 2019 yılına kadar görevdeyim. Bu süre zarfında, haksızlıklarla, ayırımcılıkla mücadele edeceğim. Hastanenin daha iyi bir yönetime kavuşması için çaba sarfedeceğim. Gerekirse yeni seçimde de aday olacağım. 
Ayırımcılığın, ırkçılığın, haksızlığın bulunmadığı bir dünya için; mücadeleye devam…
TÜRKİYE’DE 1958 -59  DÖNEMİNDE   BMM’DE KIBRIS GÖRÜŞMELERİ (DEVAM) 
İsmet İnönü' nün görüşü (Geçen haftadan devam):
Yukarıda, Ayşe Ahmet’in 1962 yılındaki anılarında, Adaçay ve Boltaşlı köyünde yaşananları, köylerin yakılışını silahların patladığını anlatırken, İsmet Paşa Türkiye’de 1958-59 yıllarında Büyük Millet Meclisinde ENOSİS ve TAKSİM hakkındaki görüşlerini şöyle açıklamaktaydı. 
. Şimdi ENOS1S, yani adanın Yunanistan’a iltihakı keydiyetini nasıl  bertaraf edildiğini tetkik edeceğiz. Anayasanın 21 ve 22. maddeleri, taksim tezinde olduğu gibi bir yabancı devletle birleşmenin de mümkün olmıyacağını kabul etmektedir.Dörtlü anlaşmada, taksim tezi ve birleşme tezi, Kıbrıs Cumhuriyeti ve teminatçı devletler tarafından müsavi derecede reddolunmaktadır. Dörtlü andlaşmanın 3 ncü maddesi bir ihlal halinde müeyyide tatbikini düşünmektedir. Maddenin Enosis ihtimalinde ne dereceye kadar tesirli bir surette tatbik olunacağı yakından/tetkik olunmaya değer.
İstişare edecekler, müşterek veya Beraberce kararlaştırılmış bir hareket mümkün olmazsa, her biri eski nizamı yeniden tesis için haklarını mahfuz tutacaklar. Şimdi, bir enosis hareketine karşı Yunanistanın bizimle beraber olması az muhtemeldir. İngiltere müdahale için kati bir taahhütle bağlanmamıştır. İngiltere, anayasanın ihlal edildiğini ve müdahale lüzumunu teslim etse bile bu maksatla yapılacak askeri harekata iştirak edip etmemek kendi takdirine kalmıştır. İngiltere bu şekilde hareket ederse, müdahale, dörtlü andlaşmadaki gibi, beraberce kararlaştırılmış olur, ama, müşterek olmaz. Bu halde, davanın ihlaline karşı Türkiyenin yalnız başına harekete geçmesi mevzubahis olacaktır,Akidler Ayrıca unutmamalı ki, böyle bir zamanda andlaşmayı ihlal eden Kıbrıs Cumhuriyeti  Birleşmiş   Milletlerin   azası  bulunacaktır,   ihtilâf bütün   dünya teşkilâtının ve hususiyle Güvenlik Konseyinin müşterek meselesidir. Bu vaziyette,Türkiye, eğer süratle hakkını kullanarak müdahale imkânına malik olursa,yapacağı haklı bir emrivakiyle davasını kazanabilir. Halbuki şartların, tarafımızdan süratli bir askeri hareket yapmaya müsaid olduğu ve her zaman olacağı iddia edilemez. Bu sebeble, anayasa dışı teşebbüs edilecek ENOSİS hareketini, işbu  andlaşma hukukan bertaraf etmiş görünse de, fiilen bertaraf etmemektedir.
Halbuki, taksim tezi, hukukan olduğu gibi, fiilen de bertaraf edilmiştir.
Diş işleri bakanının beyanları, âkidlerin hareketlerinde hüsnüniyetin esas olduğuna isîfnad etmektedir. Anlaşma vesikaları her ihtimale göre tedbirler düşündüğünden, taksim hakkında olduğu gibi iltihak hakkında da alınan tedbirleri hakiki değeri ile takdir etmek hüsnüniyetin icabıdır. Zaten bizim kanaatimizce iki cemaatin beraber yaşamasını temin edecek anayasa hükümleri o kadar muğlaktırki, bunların hüsnüniyetle işletilmesi, ancak ve ancak, her iki cemaatin beraber yaşamaktan başka bir çareleri kalmamış olduğuna ciddi olarak inanmalarıyle mümkündür. Cemaatlerden birine kanun dışı olsa da, fiili bir hal imkânı göründüğü müddetçe, anayasa maddelerinden herbiri, işlemleri büyük güçlüğe uğratacaktır.