Mecbur kalmadıkça, savaş gibi büyük bir kriz olmadıkça bir araya gelip bir şeyler yapmıyoruz. Bir deprem olunca bir araya geliyoruz fakat deprem geçince kendi küçük benliklerimize, arzularımıza, tepkimelerimize, çatışmamıza, kişisel sorunlarımıza geri dönüp birbirimizle mücadele etmeye başlıyoruz. Bu aşikârdır. Birlikte düşünemiyoruz. Birlikte düşüneceksek eğer; ön yargılarınızdan, şahsi deneyimlerinizden, kesin kararlarınızdan, görüşlerinizden, ideallerinizden vazgeçmeniz gereklidir; yalnızca o vakit bir araya gelebiliriz ki bu çok zordur çünkü insanların çoğunun zihni zanlarla, şununla ya da bununla, siyasetle, dinle, her türden şeyle tıka basa doludur. Kendi sorunlarımızı gözlemleyecek kadar özgür değiliz, içinde yaşadığımız karmaşık toplumu seyredebilecek kadar özgür değiliz.
Doğa ile bağınızı kaybederseniz, insanlık ile bağınızı kaybedersiniz. Doğa ile hiçbir ilişkiniz yok ise, zamanla katile dönüşürsünüz; yavru fokları, balinaları, yunusları, insanları çıkar için, ?spor? olsun diye, yiyecek için ya da bilgi için öldürürsünüz. O zaman doğa sizden korkar, güzelliklerini geri çeker. Ağaçlar arasında uzun yürüyüşlere çıkabilir, hoş mekanlarda kamp yapabilirsiniz, ama yine de katilsinizdir, dolayısıyla doğa ile dostluğunuzu kaybedersiniz. Doğa ile dostluğunuzu kaybettiğinizde, artık her şey ile ilişkinizi yitirirsiniz, karınız ile ilişkinizi yitirirsiniz, kocanız ile ilişkinizi yitirirsiniz
Çoğumuzun karşılaştığı sorun; bireyin yalnızca toplumun bir aracı mı yoksa toplumun sonu mu olduğudur. Bireyler olarak toplum ve hükümet tarafından kullanılıp, eğitilip, kontrol edilerek belirli bir kalıba göre şekillendirilmeli miyiz yoksa toplum ve ulus bireyler için mi var olmalıdır? Birey toplumun sonu mudur yoksa o yalnızca öğrenmeye tabi tutulan, sömürülen, bir savaş aracı olarak katledilen bir kukla mıdır? İşte dünyanın sorunu budur: 'birey yalnızca toplumun bir aracı mıdır yoksa toplum birey için mi vardır?' Eğer birey yalnızca toplumun bir aracı ise, toplum bireyden daha önemlidir. Eğer bu doğruysa, birey olmaktan vazgeçip toplum için çalışmamız gerekir ve o vakit birey kullanılarak bir kenara atılıp yok edilecek bir araca dönüşür. Ama eğer toplum birey içinse, o vakit toplumun işlevi bireyi bir kalıba uydurmak değil; ona özgürlük hissi, özgürlük tutkusu vermektir
Adalet bütün olmak, entegre olmak, parçalanmamış olmak, onurlu olmak anlamına gelir. Bu da ancak kıyaslamanın olmadığı yerde mümkündür. Ama daima kıyaslıyoruz. Ölçümün olduğu yerde adalet olmaz. Taklidin, biçimciliğin olduğu yerde, çoğunluğun doğru düşündüğü varsayılan yerde adalet olmaz. Adaletin tohumu anlayışımızın derinliğinde yani içimizdedir
İnsan hakikati bulmak istiyorsa, tüm dogmalardan, tüm koşullandırmalardan, tüm inançlardan, boyun eğdiren tüm otoritelerden tümüyle arınmış olmalıdır; yani aslında, tam anlamıyla bağımsız olmalıdır ve bu oldukça güçtür.
Tanım tanımlanamaz bir dağı tanımlayabilirim. Ama tanım dağın kendisi değildir. Ve insanlar pek çoğunun yaptığı gibi, tanıma kendinizi kaptırırsanız. Dağı asla görmeyeceksiniz.
Siz sahip olma, üstün olma tutkusunda kendi güveninizin peşinde koşmaktan vazgeçmedikçe yeni bir dünya yaratmanın yolunu bulamazsınız