Türkiye’deki seçimler Kıbrıs Türkleri’nde her zaman ilgi odağı olmuştur.  İlk anımsadığım ve bende iz bırakan seçim, İnönü ile CHP’nin iktidarı yitirmesine neden olan 1950 seçimleridir. Köyümde çok konuşulup tartışılmıştı o seçim! Atatürk’ün en yakın arkadaşı, Kurtuluş Savaşı kahramanı İnönü’nün seçimi kaybetmesini kimse içine sindiremiyor, anlayamıyor ve açıklayamıyordu.
1950’de 10 yaşındaydım ve biz çocuklar bile, ne olduğunu bilmeden anlamadan sık sık bu konuyu tartışırdık. Büyüklerimizden duyduğumuz “aslında İnönü kazandı ama partisi kaybetti” sözü, nedense bizi rahatlatırdı. Bu sözle belirtilmek istenen, İnönü’nün milletvekili seçildiğiydi ve bunu anlamam için aradan çok yılların geçmesi gerekti.

***

O 1950 seçiminden, hele üniversite eğitimimi Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptıktan sonra, “seçim” ve “siyasal parti” kavramları yaşam biçimimin bir parçası oldu. Fakülte’de iki konuda da ayrı ders programları vardı ve çok ilgimi çekiyordu.
1970’te aktif siyasal yaşamın içine girince doğal olarak bu iki kavram sık sık karşıma çıkar oldu. Hatta bu ülkenin 1976’dan beri birçok kez değişikliğe uğrasa da yürürlüğü süregiden 1976 Seçim Ve Halkoylaması Yasası’nı öneri olarak ben, hem de el yazımla kaleme almıştım.
KTFD Anayasası yürürlüğe girdikten sonra, milletvekilliği ve Devlet başkanlığı seçimlerinin altı ay içinde yapılması gerekirdi. Doğal olan ve beklenen, Yürütme Organı’nın Meclis’e konu ile ilgili bir yasa taslağı göndermesiydi. Oysa zaman geçiyor ama adım atılmıyor, yeni bir yasa yapmadan, zorunlu ufak tefek değişikliklerle İngiliz Sömürge Yönetimi’nden kalma yasa ile işi “idare” etme eğilimini ağır basıyordu. İngiliz sömürgecilerin 1959’da yaptığı seçim yasası, basit çoğunluk sistemine dayanıyordu. Seçim düzeneği yolsuzluk ve sapmalara açıktı. Seçimin yönetimi, yargı eliyle değil bürokrasi eliyle yürütmeye verilmişti. Seçim sandıkları yerinde değil, ilçe merkezlerine toplanıp sayılıyordu. Üstelik partiler arası bir seçime göre değil, kişiler arasındaki seçime göre kaleme alınmıştı. O dönemin üç seçim bölgesinde ilk sırayı alan partinin tüm milletvekilliklerini alması hiçtendi.
İnsiyatifi ele geçirmeye karar vererek bir yasa önerisi hazırlamaya karar verdim.  Her iş başa düştüğünde yaptığım gibi günlerce uğraşarak kapsamlı bir yasa önerisi kaleme aldım. Adını da 1975 Seçim Ve Halkoylaması Yasası Önerisi olarak belirledim.  
Tümünü tek yasada düzenlemek tamamıyla benim düşüncemdi. Bu doğrultuda tüm seçimlerle (Devlet Başkanlığı, milletvekillikleri, belediye başkanlıkları, belediye meclisleri üyeleri, inkişaf encümenleri başkanlıkları, muhtarlıklar ve ihtiyar heyeti üyelikleri) halkoylamalarının aynı seçim kurallarıyla yapılmasını öngördüm.  
Sonuçta, el yazımla 130 sayfaya yakın bir yasa önerisi ortaya çıktı. Hatta bir kısmı eşimin el yazısıyla yazılmıştı.   
O dönemde aktif siyasal yaşamımı sürdürdüğüm Halkçı Parti adına Meclis’e sunulan öneri, başka seçim sistemi birçok değişikliğe uğradı ama özü ve özellikle oluşturulan yapı değişmedi.   

***

Bu yazıyı kaleme almamın nedeni, geçen Pazar günü yani 14 Mayıs 2023 gerçekleşen seçimlerdir. Bilindiği gibi Türkiye seçimlerinin çok belirgin özelliklerinden biri “seçim ittifakı” konusudur. Bana göre bu, doğru bir uygulamadır. Demokrasilerde, yasa koyucu siyasal yaşama çok kalın çizgiler halinde karışmalı, çok genel ilkeler koymalı, çok geniş bir alan çizip o alan içinde siyasal partiler serbest bırakmalıdır. Ülkemizin sosyokültürel yapısı, küçüklüğü ve nüfus azlığı da bunu gerektirir.
1976 Seçim Ve Halkoylaması Yasası’nın ilk biçiminde, yani benim hazırladığım öneride, bu husus “ortak liste” adıyla yer alıyordu, ancak o zamanki Meclis çoğunluğu bunu kabul etmedi ve konu, yasanın maddede 54. (1)’inde, “Siyasal partiler ortak liste halinde aday gösteremezler. Adaylıklarını bağımsız olarak koyan kişiler, de ortak liste yapamazlar” biçiminde yer aldı.
Oysa yasada yukarıdaki biçimde yer alan ortak liste yasağı, siyasal yaşamı ya da siyasal yaşamın bir bölümünü yasayla düzenleme ve belli bir yöne yönlendirme çabasından başka şey değildi. Kaldı ki uygulamada ortak liste yapmak isteyen partiler ya da bağımsızlar, yasakları (ya da barajı) aşmak için hem Anayasa’ya, hem yasaya uygun yollar bulabilirler. En basiti, seçime bir üçüncü parti çatısı altında girerler. Bağımsızlar da kısa bir tüzük ve programla kuracakları “yapay” parti ile seçime girebilirler. Sözün kısası, böyle bir yasak kâğıt üstünde kalmaya mahkûmdur.
Seçim bağdaşıklığı olarak da belirtebileceğimiz seçime ortak liste ile girmeyi yasaklayıcı yukarıdaki fıkraya günümüze kadar dokunulmadı. Buna karşın partiler yasağı delerek ortak liste ile seçime giriyorlar. 1990 yılında gerçekleştirilen milletvekilliği genel seçimlerine, güç birliği içerisinde ve ortak bir listeden katılmak için muhalefetteki Toplumcu Kurtuluş Partisi, Cumhuriyetçi Türk Partisi ve Yeni Doğuş Partisi bir çatı örgütü (ya da paravan bir parti) olan Demokratik Mücadele Partisi’ni kurarak seçimlere bu partinin adı ve amblemiyle katıldılar. Bu, yasağı delmek amacıyla bilerek yapılmış ve kitabına uydurulmuş bir bağlaşıklıktı. Nitekim seçimlerden sonra “Demokratik Mücadele Partisi” kapandı ve partide yer alanlar, kendi partilerine döndüler.
Bir dönem, Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin oluşturduğu “Cumhuriyetçi Türk Partisi - Birleşik Güçler;”  Demokrat Parti’nin oluşturduğu “Demokrat Parti  - Ulusal Güçler;” Birleşik Kıbrıs Partisi’nin kendisine yakın bulduklarını bünyesine katmak amacıyla oluşturduğu “Birleşik Kıbrıs Partisi – Toplumsal Varoluş Güçleri” formülleri de yasanın yasakladığı “ortak liste”den başka şey değildir.  
Yani açıkçası, Seçim Ve Halkoylaması Seçimi Yasası’na yasakçı kurallar koyan siyaset kurumu, kendisinin koyduğu yasakları kendi çıkarları için delik deşik ederek aşmayı bildi. Başka bir anlatımla siyaset kurumu, yasağı kaldırıp demokratikleşmede önemli bir adım atmaktansa, kendi çıkarları için yasağı bile bile çiğnemekte sakınca görmemektedir. Bunun ne etikle, ne de demokrasi ile bağdaşır yanı yoktur ve bu engelleyici yasaklar durdukça, siyasal partilerin uyguladıkları formüllerin, yasayı dolanmak için başvurulan “etik dışı, samimiyetsiz, faydacı ve makyavelist formüller, hatta bir tür “hile-i şeriye” olduğunu düşünüyorum.
İşin acı yanı, seçim bağlaşıklığı/ittifakı yasağını kaldırma yönünde hiç girişim olmadı ve siyasal partiler, yukarıda örneklediğim yasağı aşma “hile-i şeriye”lerine başvururken, sivil toplum ya da kişilerin uygun platform oluşturarak, yani ortak liste yaparak seçime girme yasağı kalkmadı. 

***

14 Mayıs 2023 seçimlerinin başka bir çarpıcı yanı ülke dışındaki yurttaşlara oy kullanma olanağı vermesidir. Bu konuda bizim seçim yasamızda da kural vardır ama bu kurallar günümüze kadar uyutulmuştur.
Dışta yaşayan KKTC yurttaşlarına seçime katılma olanağı verilmesi, şiddetle savunduğum bir konudur. Bunun tanınmamışlıktan kaynaklanan sorunları olduğu yadsınamaz ama bu sorunların karşımıza çıkıp çıkmayacağını ve nasıl çıkacağını görme olanağımız hiç olmadı. Kaldı ki ben geçici bir formül olarak dış Kıbrıs Türkleri’nin seçilmiş temsilcilerine, oy hakkı olmadan Meclis çalışmalarına katılma olanağı verilebileceğine de inanıyorum. Bu konuda bu sayfada yazılarım da çıktı. “Kıbrıs Türkleri’nin Siyaset Kurumu Üzerine Deneme” adlı kitabımda da bu konuya ve önerilerine yer verdim.
Ne yazık ki siyaset kurumu, bu sorun yokmuş gibi davranıyor.

***

Başa döneyim: Kıbrıs Türkleri, her dönemde Türkiye seçimleri ile “özdeşleştiler.” Kaldı ki 14 Mayıs 2023 seçimleri “küresel” nitelik de kazandı. Küresel yankı ve sonuçları olduğu yazıldı değişik dünya medya organlarında! Bu seçimlerin dünyanın 2023’teki en önemli olayı ya da olaylarından biri olduğu yönünde görüşler dile getirildiği gibi, 14 Mayıs 2023 seçimlerinin, Ukrayna Savaşı ile birlikte son yılların en önemli olayı olduğunu savlayanlar da oldu. Hatta yüzyılın seçimi nitelemesi de yapıldı
Bu yazıyı yazarken, 14 Mayıs 2023 seçimlerinin kesin olmayan sonuçları hemen hemen belli oldu. Parlamento çoğunluğu, Erdoğan’ın liderliğindeki “Millet İttifakı”nın elinde kaldı. 600 üyeli TBMM’de Millet İttifakı, kesin olmayan sonuçlara göre 322 üye kazandı.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ise, kıl farkıyla ikinci tura kaldı.
Seçimlerin en çarpıcı yanlarından biri, yaklaşık % 90 katılım oranıdır. Batı demokrasilerinde “yerlerde sürünen” ve çoğu kez % 50’nin altında kalan seçime katılma oranına göre, bu muhteşem bir “katılım!”  
İlk turda seçimi kıl farkıyla kazanamayan Recep Tayyip Erdoğan, ikinci turda Kemal Kılıçdaroğlu ile yarışacak! İkinci tur, Erdoğan’ın Meclis çoğunluğunu zaten sağladığı gerçeği ile gerçekleşecek!   
Kıbrıs sorununu bakımından 14 Mayıs (2023) seçimleri, uygulanan politikanın devam edeceğinin işaretini verdi.  
Hayatımda önemli yeri olan, yasal/akademik yönüyle de içli dışlı olduğum, hem seçmen, hem bağımsız hem partili aday olarak katıldığım, Parti Genel Sekreteri ve Genel Başkanı ile Cumhurbaşkanı adayı olarak da yaşadığım seçim olayı için çok şeyler söyleyebilirim. 14 Mayıs (2023) seçimleri için de o kadar çok şey söyleyebilirim ki!
Ben, yazımı sonuçlanan bir seçim için söylenecek en gerekli sözle bitireyim: “Türk Halkı’na, bize ve insanlığa ‘hayırlı olsun!’”