Atatürk ilkokulu bahçesinde,                                                                                               
Yenicami minaresi altında top oynardık.                                                                    
Sıkı maçlardı.                                                                                                                             
Futbol oynamak için karşılıklı kaleler olarak kullanılacak dört taş,                                                      
patlak bile olsa bir top ve birkaç kişi yeterdi.                                                                                          
9-7 devam ederken maç,                                                                                                                      
tartışma başlardı, goldür, hayır değildir direğin üstünden gitti diye.                                                            
Direk dediğim de bir büyük taş.
Zaten akşam olmak üzereydi ve tartışma maçı bitirirdi.
Eve yollanırdık, 100-150 metre uzaktı ev.                                                                                       
Köşeyi dönüp de Küçük Medrese sokağına adım attığımızda,                                                  
lambalar yandı daha bu yanamadı’ diye bağrışmaları duyardık, kızları mahallenin bir ayak oyunundaydı.      
Hep beraber, kızlı erkekli başlardı şenlik.                                                                                                      
Bu gün arife yarın bayram diye bir aşağı bir yukarı, derken yiroya sarardık. Küçük Medrese ile Kuru Çeşme yiro olurdu birbirine. Allah rahmet eylesin o mahallenin bütün ölmüşlerine.
10-15 gün öncesi annem yollamış olurdu bizi, bütün anne babalar çocuklarını, Kunduracı Hüseyin Dayı’ya.       
Kunduracı Hüseyin dayı siparişle ayakkabı yapardı.                                                                       
Dükkâna girince, annen mi yolladı seni derdi güler yüzle ve yere sererdi kartonu. Çıplak ayakla kartona basardık ve O çizerdi ayağımızın şeklini kartona, boynundaki metroyu çıkarır ve ölçerdi ayak genişliğini yüksekliğini.
En geç arife akşamı bayramlık potinlerimiz evdeydi.
Bayram için bir güzel yıkanır, kış ise mevsim çorbamızı, genellikle mercimekdi. Evet, tek başına mercimek çorbası akşam yemeği olurdu, kış değilse patates, böğrülce, fasulye , her ne iseydi o gün nimet, rızk onu yer yatardık.                                                             
Yok, öyle kuru kuruya yatmak değildi, bayramlık potinlerimiz ayak ucumuzda olurdu yatakta, bayramlık pantolon ve gömleklerimizle çoraplarımızla beraber, hep beraber yatardık.
Ezanla uyanılırdı, ezandan önce hatta, bayram namazına gidilecekti çünkü.
Dua bilip bilmemek önemli değildi temiz kalple Allahın evine gitmek yeterince ibadetti.                                                                                                                              
Bayram namazı ve hutbe bitince, camide başlardı bayramlaşma, herkes birbiriyle bayramlaşır ve öyle gelirdi eve.
Annemin eli öpülürdü , çok derin sevgiler, engin saygılarla sonra en büyük abi derken sırayla.
Bayram harçlığı şilindi, yarım şilin.                                                                              
Belki nenem çifte şilin verirdi, amcalar halalar teyzeler dayılar konu komşu.                            
Ve mezarlık, ölmüşlerimizi hatırlama onlara kendimizi gösterme, sevip saydığımızı fısıldama ve dua.
Bayramlar bayramdı şenlik ve sevgi tezahürü.
Özellikle annelerinizin ellerini  her gün öpün, modernlik maskaralığına yer yok bu konuda