Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat (2023) depremlerinde gerçekten de sözün bittiği noktaya geldik. Geldik de suskun durmak ne mümkün! Hele bu günler geçince konuşulacak o kadar çok şey var ki!
Kenan Mortan adını, beni izleyenler anımsayacak sanırım. Konuya, onun her zamanki gibi bilgi hazinesi nitelikli “İŞTE DEPREM GERÇEĞİ…” başlıklı yazısı ile girmek istiyorum:

“İŞTE DEPREM GERÇEĞİ…
“Dünyada her yıl 500 bin deprem oluyor, 100.000’ini hissediyoruz. 18’i,  7-7.9 şiddetinde. Yüzde 90’ı, 40,000 km’lik uzunluk ve 500 km. genişliği olan Pasifik Ateş Çemberi’nde. 17 ülke deprem kuşağının en etkili bölgesinde. Türkiye ve İran tektonik oluşumu karmaşık bölgedeler. İstanbul, Mexico City, Tahran gibi kentlerde ayrıca  ‘Sismik Risk’ çok yüksek.  
Depreme zaman öngörüsü yok ama  ‘tahmin’ edilebiliyor.
Japonya bir deprem ülkesi… Depremlerde ölümü çok az. 1941 Miyazaki’de 8 şiddetindeki depremde ölü 2’ydi.  1968 /1973 /1978 depremlerinde de aynı olgu yaşandı,  0 - 52 (arasında) insan öldü. 1978 Depremi’nin şiddeti 7.7 idi, 28 insan öldü, 6757 konut yıkıldı. İnsanlar, depremde yapılması gerekenleri biliyordu. 1995 Kobe (6.9) ve 2011 Sendai Depremleri’nde (9.1) ölümler konutlardan değil, tsunami’dendi.
Önlem isabeti yüksek ülkelerde şunlar var:
1. Dayanıklı Bina: Teflon zeminde sarsıntı gücünü çekebilen binalar inşa ediyorlar.
2. Afet Bütçesi: Fonlar her an kullanıma hazır.
3. Deprem eğitimi: Her çocuk eğitimden geçiyor.
Afet riski yüksek Türkiye’de bu önlemler ‘yok.’
Deprem Vergisi 4481 sayılı yasayla geldi. Ama bu vergi hasılatı her alanda kullanılıyor. Çaresi verginin ‘fon’a dönüştürülmesi! Fondaki para deprem için harcanacak. 1999’daki DASK ile hasar fazlasının ‘özel hesaplar’dan ödenmesi ‘devlet taahhüdü.’  Ama paranın kaynağı yok.
İmar Affı depremin yıkımını kolaylaştırılıyor… 19 af çıkarılmış. ‘Kaçak ve çarpık yapılaşmayı engelleme’ amaçlı aflar nüfusun % 25’ini kapsıyor. Afların 9‘u son siyasal iktidar döneminde ve 2.2 yılda bir af var.
‘Risk yönetimi bilmeyen’ (Prof. Mikdat Kadıoğlu) ülkede, ‘deprem dayanıklılığı olmayan konutlar’ (Prof. M. Erdik) ile öldüren deprem değil, azgelişmişlik .
David Ricardo (1772-1823) Politik İktisat ve Vergilemenin İlkeleri eserinde bizi rant ile tanıştırdı. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları yayınına sunuşunda,  Gülten Kazgan hoca ‘Rant kavramı Ricardo’dan sonra ‘hak edilmemiş gelir anlamıyla yaygınlaştırıldı’ yorumunu yapar, Kazgan hocayı anıyorum.
Günümüzde yap-sat’çılık kâr’dan değil, rant‘tan kazanır.
Ricardo’nun sözleriyle ‘Ranta getirilen bir vergi yalnızca rantı etkiler’ iken, azgelişmişlik vergilendirmiyor, afla  rantı yasallaştırıyor….
Evet, rant öldürür ve hep öldürecek…
***
Yaşar Kemal ustamız Erzurum 1952 Depremi sonrası depremzedeler ile 15 gün birlikte yatıp kalkar ve Erzurum Dağları ile Boran röportajını yazar. Bir yerinde şöyle çığırıyor:
- Hani kanadı düşmüş kuşlar olur, insan kalabalığı öylesine perişan halde yavaş yavaş sokağa boşalıyor. Sonra kalabalık sertleşiyor, üstündeki ölgünlüğü atıp o yaralı kuş bırakıyor. İşte kükreme, köpürme buna derler. Her biri kızgın bir ateş parçası gibi… (Kenan Mortan, 11.02.2023)”
UYGULAMALAR / SAYILAR / GERÇEKLER
Değerli dostum Prof. Dr. Kenan Mortan’ın yukarıda alıntıladığım yazısından sonra, Türkiye’deki uygulamalara bakalım:
2018 yılına kadar değişik zamanlarda imar affı yapıldı ama bunlar genelde küçük çaplı düzenlemelerdi. 2018’de ise, kritik Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, “İmar Barışı” adı altında tarihin en büyük imar affı gerçekleşti ve 31 Aralık 2017 ve öncesinde yapılan tüm kaçak binalar, kişilerin beyanı esas alınarak affa uğradı.
2018 yılında gerçekleştirilen bu büyük imar affı, önceki imar aflarından boyut/ kapsam/nitelik bakımından farklıydı. Bu afla 2018 yılına kadar imar mevzuatına aykırı durumlar, beyanla kayıt altına alınarak Bakanlıktan alınan yapı kayıt belgeleri ile “sorunlu” konutlar korundu. (Böylece örneğin iki kat izni olan binasına 2 de kaçak kat çıkana, parası alınıp imar izni verildi.)
Bu uygulamanın çıkılan kaçak katlarla çürük binaların çok büyük risk oluşturduğu biliniyordu ama Devlet, öncelikli görevi olan vatandaşının yaşam hakkını koruma sorumluluğunu göz ardı ederek mal sahibini sorumlu tuttu. (Oysaki TC Anayasası’na göre devlet vatandaşın can ve mal güvenliğini korumakla yükümlüdür.)
Aslında imar affıyla milyonlarca kaçak bina saptanmış, insanlar kaçak yapılarını adeta itiraf ve ihbar etmişti ve Devlet, yapı kayıt belgesi vermeden önce, bu binalara ilişkin teknik inceleme, mühendislik hizmeti verebilirdi. Tersine, belgeler, onayı güvenli raporu alındıktan ya da gereken güçlendirme yapılmadan veriliverdi.
Bu uygulamadan 10 milyona yakın başvuruya af karşılığında 26 milyar lira paragirmiş devletin kasasına! Bu paraya değer miydi, siz karar verin. (Bana göre “kesinkes” değmezdi.)
Konuya ilgi duyanlara, İlber Ortaylı’nın, aşağıda linkini verdiğim yazısını öneririm:  
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ilber-ortayli/borc-odeme-zamani-42218594

DEPREM KONUSUNDA TÜRKİYE İLE JAPONYA
Tam da bu noktada, tabloyu daha iyi görme ve daha sağlıklı değerlendirme yapabilme bağlamında, Japonya’da her önüne gelenin “müteahhit” olamadığını ve müteahhitlik için etik/ahlakî değerler bağlamında bir sınavdan geçme zorunluluğu olduğunu da belirtelim. Yani Kenan Mortan dostumun dikkatimize sunduğu, “çok az  ölümlü depremler” gerçeğinin temeli var. 
Ne yazık ki Türkiye, dünyada en çok müteahhide sahip olan ülkeymiş ve yine  ne yazık ki depremler çok sayıda ölüm getiriyor. 
Yani, çok ve niteliksiz/ahlaksız müteahhit sayısı, depremlerde çok ölüm getirirken, az/nitelikli/ahlaklı müteahhit az ölüm getiriyormuş. (Nitelikli/ahlaklı müteahhitleri tenzih ederim.)

SONUÇ OLARAK
Türkiye bizim Anavatanımız, canımız ciğerimiz, sevdamız! “Etle kemik” ve “içli dışlı”yız. Kıvançta da, sevinçte de birlikteyiz, kötü günlerde de! Hep de öyle olacağız.
Bu son depremlerde de canımız birlikte fena halde yandı, Anavatan’ın binlerce canı yanında bizim canlarımız da gitti. Hele Adıyaman’daki -adını anmanın bile bizi çıldırttığı- bir otelin, (öğretmenleri ve ebeveyinleri ile birlikte) pırıl pırıl şampiyon çocuklarımızı (toplamda 35 can) yutması acımıza tuz biber ekti, canımızı daha da acıttı.
Ve ne yazık ki, bu sonuçta, ölümlerin doğrudan depremle değil, otelden kaynaklanmış olduğu inancı “baskın,” hem de “çok baskın!” En azından biz Kıbrıs Türkleri buna inanıyoruz. Bundan dolayıdır ki Türkiye’nin “imar” ve “imar affı” serüveni elbette ki bizi de doğrudan ilgilendiriyor,
Biz Kıbrıs Türk Halkı, sonuç kime/neye/nereye dokunursa dokunsun bu işin sonunu bırakmamalıyız, bırakmayacağız.
Tabii ki, küçücük ülkemizin deprem riski altında olduğunu, önlemler alınması gerektiğini, bu önlemlerin başında imar mevzuatı konusunun geldiğini, amma velâkin bu konuda (imar mevzuatı ve planı) berbat durumda olduğumuzu, berbat olma durumunun siyasetten kaynaklandığını, siyasetin yakın bir geçmişte imar planları konusunu yüzüne gözüne bulaştırdığını ve işi berbat ettiğini çok  ama çok iyi biliyoruz.
Siyaset, başımıza bunca gelenden sonra insanımızı, çocuklarımızı, şampiyonlarımızı olası risklere karşı korumasız mı bırakacak?
Sakın bana “bırakır” demeyin, sakın!