Uzun zamandır başta birçok sendika ile STÖ “Ankara’nın Paketi” diye adlandırılan ama aslında Kıbrıs Türkü olarak taa 70’li yıllardan beri“cevizcinin çuvalından oynama” zihniyetinin kadmerlenip kadmerlenip sonunda günümüze kadar yığılan sosyal – ekonomik, siyasal ve hepsinden önemlisi yönetsel ayıpların toplamı olarak önümüze yığıldığını kimse görmek istemiyor...
Kimse 1979 emeklilik yasasının altında yatan gerçek niyeti kaşımak istemiyor. 1982, 13. Maaş ve bununla birlikte siyasi kamu görevlilerine, milletvekillerine çifte çifte “sözüm ona” haklar getiren yasaların bugünkü rezilliklere temel oluşturduğunu ellemek istemiyor...
Ellemiyorlar, çünkü elleri yanar...
Bu ülkede kişisel, partisel veya zümresel iştah furyasıyle toplum bünyesinde devlete yığılma hızının artırılmasına yol açan arsızlıkların toplum bünyesinde açtığı sosyal yaraları bakıyorum da ahkam üstüne ahkam bindiren dönemin müsebbibleri ellemekten ısrarla kaçınıyor...
Yapmıyorlar,
Sorgulayıp en azından bundan sonrası için doğru yolun, hakkın, adaletin, toplumsal dayanışmanın ve kanaatkar olmanın bir hedef birliği içinde yaratılmasının tek çare olduğunu bile göremiyorlar...
Aynaya bakıp, oradaki suça bulanmış yüzlerini görmekten korkuyorlar...
Devr-i iktidarlarının sürüp gitmesi için köy köy, sokak sokak, kapı kapı dolaşıp seçmen yemlemekle ülkemizde nasıl bir “çok partili demokrasi”garibesi yarattıklarına bile dönüp bakmaktan o denli acizdirler ki, bugün oldu hala daha partizanlarını işe yerleştirmelerde, senin adamın – benim adamım kavgalarını devlet yönetmek, ülke sorunlarını çözmek, kriz atlatmak diye görebiliyorlar..!!!
Bir devlette “halk” denen şeyin ne olduğunun farkına varamamış zavallı, gözü sadece yakın çevresine, partizanına çıkar sağlamaktan öte bir adım ileriyi göremeyen, 70’li yılların şark zihniyetinin balçığa batıp çıkmış sözüm ona siyasetçi veya siyaset emeklisi kişiler hala daha doldurup duruyor TV ekranlarını ya da şu veya bu makamı..!!!
Yazıklar olsun!...
Bir gecede “iki dönem milletvekili yapan ömür boyu devletten emekli maaşı alsın” diye yasa yapmanın genç kuşaklara nelere mal olduğunu hala daha idrak edemeyenlere...
Yazıklar olsun...!
“Onlar yaptı, biz niye yapmayalım... Nasıl olsa paralar Ankara’dan” deyip,“İki dönem belediye başkanlığı yapanlar da ömür boyu emekli olsun” diye 1980 yerel yönetimler yasasına salt bu madde konsun diye mecliste canını dişine takıp da yerel yönetimler adına sunulan birçok çağdaş öneriyi elinin tersiyle bir kenara itenlere...!!!
Şimdi herkes feryad ediyor...!!!
“Devlet maliyesi çöktü” diye.
“Yerel yönetimler battı” diye...!!!
“Sosyal güvenlik sistemi iflas etti” diye..
“Partizanlar kampı haline getirilen onlarca kurum daha fazla yürüyemez”diye.
Bunlar sıralamakla bitmez...
Peki ama bütün bunların suçlusu kim?
Hemen hemen herkes ağız birliği ile işin kolayına dört elle sarılmış. Toy çocuk bağırtısından hiçbir farkı olmayan sokak sloganları ile herkes feryadı basıyor; “Suçlu Ankara’nın paketi” diye...!!!
Peki bizde 30 kusur yıldır bu yasaları yapanlar, bu düzeni kuranlar, kendi kendilerine, yakın çevrelerine, partizanlarına, ahbap ve akrabalarına kıyak üstüne kıyak geçerek yıllardır üst üste bindirdikleri bu enkazın suçluları nerede?
Bunu soran var mı?
Bütün bu rezil ve de artık toplumsal acıya dönüşen yaşanmışlıklardan biran önce kurtulma yolları aranırken hiç mi dönülüp arkaya bakılmayacak?
Geçmiş hiç mi sorgulanmayacak?
Aynada, günümüze dek yansıyan çirkinliklerin nelere mal olduğu ortadayken, bu gerçek bilinmezlikten gelinerek mi toplumsal çıkmazlardan çıkış yolları aranacak(?)...
Hiç mi sorgulanmayacak genç kuşaklara ödettirilen bedellerin hesabı?
Ortaya serilmeyecek mi yıllardır geriye dönmeyen, yandaşlara-partizanlara, yakın aile çevrelerine, şu kadar partiye- bu kadar bilmem kime diye dağıtılan kalkınma bankası kredileri?
Güney’de bir köy otobüsünün bile sığmadığı tarlaya karşılık Girne sahillerinde “ahbap”lara verilen bugünkü değeri ile milyonlarca liralık sahillerin,
İktisaden güçlendirme adı altında ama sadece ve sadece partizanlara kaynak yaratma niyetiyle bu ülkede tam bir haksızlık ve adaletsizlik “destanı” haline gelen mal dağıtımlarının hala daha toplum vicdanında derin bir sızı olarak durduğunu ve günümüz koşullarında parsellene parsellene binlerce, milyonlarca sterline çevrilen toprakların “değerlendirme raporlarına” hiç mi göz atılmayacak?
Binbir siyasi entrika ve partiye katkı pazarlığı ile tahsil edilmeyen milyonlar ve hatta trilyonlarca bağışlanmış vergiler, mükellef bazı işadamlarının bu ülkeye nelere mal olduğuna kimse el atmayacak mı...
Nerde o kestiğim kestik, biçtiğim biçtik kahraman muhalifler!!!
Hayali ihracatlardan elde edilen “teşvik vurgunları”ndan tutun da kimlerin yurt dışı harcırahlarından miyarlar vurduğuna kadar bu küçücük ülkeyi“Türkiye nasıl olmasa verir” zihniyetinin acımasız arsızlığı içinde yönettiğini sananlarla birlikte bu ülkede hak, adalet, emek ve sosyal devlet savunucusu konumundaki sendikalar ve birçok sivil toplum örgütünün yıllardır cebelleştiği bozuk düzene isyanın da tercümanlığını yapmıyor mu “Ankara tarafından” alınmak istenen ekonomik önlemler?
Biz değilmiydik yıllarca, devlet memuru – işçi arasında yaratılan maaş ve çeşitli sosyal hak dağılımlarındaki dengesizliklere isyan eden!...
Biz değilmiydik kendi kendine “kıyak emeklilik” ve bununla birlikte seçime yönelik 13. Maaş yasasını geçiren milletvekillerine karşı bayrak açan!...
Biz değilmiydik eş-dost ve partizanlara hak edilmemiş arazileri dağıtanlara karşı savaşırken yargı yollarına düşen!...
Biz değil miydik, binlerce yetenekli genç iş ve ekmek arayışı sonuç vermeyip gurbet ellere düşerken yandaş çocuklarının seçim arifelerinde devlet dairelerine tıka basa yığılmalarına feryad eden!
Biz değil miydik, Türkiye’nin katkı koyduğu milyarlık, trilyonluk altyapı projelerinin layikiyle uygulanmayıp eş dosta peşkeş çekilen ihaleleri manşetlerde gündeme getiren...
Bizim sendikalarımız, bizim sivil toplum örgütlerimiz değil miydi, Kıbrıs Türkünün hakkı olan Türkiye mali ve ekonomik katkılarının hakçasına pay edilmediğini her fırsatta Ankara’nın kapısına götüren!...
Ne olduğumuzu, ne yaptığımızı, ne istediğimizi sıralamakla bitmez...
Bitmez ama, siyasi partilerinden sendikalarına, sivil toplum örgütlerinden iktidarına varıncaya kadar eğer ki KKTC halkı olarak bize tutulan aynaya bakmaktan ısrarla korkup kaçmaya devam edersek ve bu ısrarı Güney’den ve AB’den gelecek adına medet umarak sürdürüyorsak, bilmeliyiz ki onların tutmak istedikleri aynada, bırakın kendi kendini yönetmeyi aynaya yansıyacak bir halk da bulamayacağız!!!
Geçmişin her türlü yarasını bünyemizde kangrenleşen bir ağrı haline getiren yılların küflenmiş sisteminden kurtuluşun tek yolu, KKTC’de yaşananlardan büyük haz duyan ve kendi hedeflerine ulaşmak için hertürlü propaganda silahı ile gelişmeleri körükleyen ve bunu açık açık dillendiren Rum’a inat, Türkiye ile bağları daha da sağlamlaştırmak ve toplumsal inanç birliğidir...
Bu zor günlerde “daha iyi bir gelecek” adına mücadele ortaya koyan herkes bunu aklından hiç ama hiç çıkarmasın...
Yıllardır Anavatan Türkiye’nin Kıbrıs’a ve Kıbrıs Türküne olan şefkat dolu hassasiyetlerine bağlı olarak yaptığı hertürlü mali, ekonomik, sosyal ve kültürel katkıları kendi siyasal ve maddi çıkar rantına dönüştürenlerin, günün moda sloganı “bu ülkeyi biz yöneteceğiz” maskesi arkasına saklanarak KKTC’nin Türkiye’siz varolamayacağı gerçeğine sırt çevirme lüksleri olmadığını artık idrak etmelidirler.
Açıkçası; bize tutulan üç ayna var;
Ankara’nın aynası,
Rum’un aynası,
Ve AB’nin aynası... Herkes bu aynalara bakıp, Kıbrıs Türkünün gerçek yüzünü hangi aynanın yansıttığına karar versin!!!