Savaş, doğal afet, büyük ekonomik kriz gibi yıkıcı olaylar sonrasında yeniden ayağa kalkmayı başaran ülkeler vardır. Mustafa Kemal’in İmparatorluğu’nun yıkıntıları arasından Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratması öyle bir olaydır.
İkinci Dünya Savaşı’nda yenilip yerle bir olan Almanya ile Japonya, onları yenenlerin de önüne geçerek ekonomik bakımından devleşti. Kore, savaş sonucu bölündü ama küllerinden, zıt kutuplarda iki değişik dev çıktı. Çok uzağa gitmeye gerek yok, bizim Güney komşumuz nereden nereye geldi, bir bakın!
Örnekleri çoğaltmak olanaklı ama bu kadarı yeter sanırım.
***
Türkiye,  Kahramanmaraş merkezli depremlerle (6 Şubat 2023) inanılması zor bir yıkıma uğradı. Bu depremlerde bizim de canımız fena halde yandı. Çokça “Yüzyılın Felâketi” olarak nitelenen bu depremin, büyük olasılıkla yalnız yüzyılın değil tarihin en büyük felâketlerinden bir olma olasılığı çok yüksek!
Anavatan Türkiye, yukarıda verdiğimiz örnekler gibi bu yıkımdan çok daha devleşerek çıkar mı? Bana göre çıkar, çıkabilir ve çıkmalı! 
Bize gelince… Kahramanmaraş depremleri, bizim için belki doğrudan “maddî” yıkım olmadı ama yitirdiğimizi sanmaya başladığımız imece, işbirliği, güç birliği, dayanışma ruhu, “Devlet” olarak somutlaştı. Bu ruh, bulunduğumuz noktadan çok yukarılara fırlayabileceğimiz ortamı da yarattı.
Önce bir hususu belirtmek gereğini duyuyorum. Ne yazık ki KKTC özelinde “devlet” kavramı toplum katlarında tam olarak içselleştirilmiş değil! Ayrıca KKTC’nin “devletliği,” ideolojik/politik saplantılar ya da şu ya da bu nedenle bilinçli ya da bilinçsiz bir saldırı altında olup bilinçli saldırının/algı operasyonunun arkasında -büyük olasılıkla- bir yapılanma vardır.
Lütfen dikkat buyurulsun: Siyaset kurumundan, iktidarıyla muhalefetiyle siyasetten, Cumhurbaşkanı’ndan, Meclis’ten, hükümetten söz etmiyorum, “devlet” kavramından söz ediyorum. Ve gönül rahatlığıyla KKTC’nin, deprem felâketi sürecinde “devlet” refleksi gösterdiğini ve “devlet” olarak varlığını iyice kanıtladığını düşünüyorum. Hatalar, eksikler, eleştirilecek şeyler elbette var ama süreçte “KKTC Devleti” vardı. Hem de yurttaşlarına ciddî/yoğun biçimde sahip çıkan bir KKTC Devleti vardı. Corona belâsı sürecinde de bunu görmüştük. O zaman da acemilikler, hatalar, eksikler, eleştirilecek şeyler elbette vardı ama devlet refleksi gösterilmiş, Devlet, varlığını duyumsatmış, yurttaşlarına sahip çıkmıştı.
Devlet’i acımasızca eleştirelim ama hakkını verelim. Atasözündeki gibi: “Yiğidi öldürelim ama hakkını verelim.”
Bu ülkede siyaseti en sert/acımasız biçimde eleştiren, en büyük ve temel sorunumuzun, sorun çözmediği gibi kendisi de sorun olan siyaset kurumu olduğunu haykıran biriyim ama “KKTC Devleti”nin sözünü ettiğim felâket sürecinde gösterdiği performansı görmezlikten gelemem.
Nazım Çavuşoğlu’nu çok eleştirdim bu sayfada! Özellikle Varoluş Tarihimizle ilgili yaklaşımını eleştiri yağmuruna tuttum ama son deprem sürecinde kısaca “ilk uçakla geldim son uçakla dönerim” biçimindeki yaklaşımı muhteşemdi ve sorumlu/ilkeli bir “siyasetçi” performansının nasıl olması gerektiğini gösteriyordu. Benim vicdanım, bu performansı göz ardı etmemi kabul etmez.       
***
Anavatan Türkiye’nin, yukarıda verdiğimiz örnekler gibi bu yıkımdan çok daha devleşerek çıkması dileğimizdir. Nasıl çıkacağı başka bir konudur. Bilimin, siyasetle  rantın (başta siyasal ve parasal rant) önüne geçmesini ve dünya/tarih devi Mustafa Kemal Atatürk’ün çizgisinin izlenmesini gerektirir.    
Bizde siyaset kurumunu olumsuzlaştıran/itibarsızlaştıran siyasal ve parasal “çıkar ve rant” denklemleri vardır. Siyaset kurumunun bu durumdan kurtularak başarılı olması için bu rant denklemlerini aşma ve sorun çözme becerisini işlevleştirmesi gerekir. Deprem sürecinde ortaya konan devlet refleksi ile imece, işbirliği, güç birliği, dayanışma ruhu, kendi minik boyutlarımızda bizi devleştirecek potansiyelin var olduğunu göstermektedir. Mesele bu potansiyeli işlevselleştirmeyi başarabilmekten geçer. Yoksa çok şey kâğıt üstünde kalır..