Nazım Hikmet’in en sevdiğim şiirlerinden biri “Ben içeri düştüğümde bir kalemim vardı,  bir haftada yaza yaza bitti” diye başlar.
Her şeyin göreceli olduğu dünyamızda yerel seçim döneminin bitmesine topu topu üç gün kalmışken, yalan, iftira, provokasyon almış başını gidiyor. Türkiye hızla dağılma sürecine girmiş, herkes Pazar günü yapılacak seçimlerle yatıp kalkıyor. İşin ilginç yanı yapılan kamuoyu araştırmaları sonuçlarına göre kazanma şansı hemen hemen hiç olmayan CHP başka yollarla seçim sonuçlarını gıdıklamak istiyor. Aydın kesimin daha çok kullandığı twitter ve facebook üzerinden yollanan mesajlarla sonuca ulaşmak istiyor.
Efendim, Facebook’dan bir haber Öcalan’ın resmiyle birlikte veriliyor: “Ben söylüyorum, Erdoğan yapıyor” başlığı ile verilen haber, akıllarda şu sorunun oluşmasına yol açıyor.
”Acaba Apo çıldırdı mı?”
“Yoksa Kürt Meselesi’ne  son derece olumlu yaklaşan bir başbakanı Türk halkına ihbar mı ediyor?”
“Türkiye’nin İmralı Adası’nda hükümlü Abdullah Öcalan, Başbakan Erdoğan’ı rehin mi aldı?”
İşte akıllara gelen onlarca sorudan birkaçı!
***
İsterseniz  İki üç gün öncesine dönelim. Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı’nı Muhsin Yazıcıoğlu suikaste uğayışının 5.ci yılı nedeniyle de ilgili olarak “Emri Erdoğan verdi!” şeklinde bir haber vardı.
Bu iki olayı yanyana getirince Ankara’dan gelen bir haber daha da önem kazanıyor.
AK Partili Melih Gökçe Ankara’daki başabaş mücadelede MHP’nin belirleyici oynayacağı söyledi.
Yani yalan ve iftira atanlar MHP’lı seçmenlerin hassas oldukları konularda, son dakika golleriyle, AK Partiyi oyun dışına itmek istiyor.  Seçimler yalan tarafların eteğindeki taşları atmasıyla mı yapılmalı yoksa ülkeyi ileri götürecek projelerle mi? Bunu zaman gösterecek. Ancak seçim sonuçlarına saygılı olmamanın Türkiye’yi bir iç savaşa götürebileceğinden endişe ediyorum.
***
 
 
Efendim ABD’nin ülkelerdeki siyasi yapıyı karıştırma becerisinin ne kadar etkili olduğuna bu son seçimlerde yeniden tanık olduk. Anımsayacaksınız, Erdoğan, Bitlis’deki ceza evinden çıkar çıkmaz Beyaz Saray’a gitmişti. O zamanlar daha milletvekili bile değildi. Ancak ne oldu da Erdoğan Amerikan Başkanı Obama‘nın güvenini kaybetti?
Aslında Türk- Amerikan ilişkilerindeki ilk fay hattı Birinci Irak Savaşı günlerinde ortaya çıktı. Rahmetli Özal beklenen savaş öncesi Amerika’ya gitmiş, el sıkışmıştı. Buna göre Türkiye bir koyacak, üç alacaktı. Yani hem Kerkük Misak-ı Miilli andımızda yer aldığı gibi Türkiye’nin olacak, Kerkük Türkleri kurtulacak, hem Türkiye petrole kavuşacak ve hem de Kürt sorununa bir konfederasyon çatısı altında çözüm bulunacaktı. Ancak TSK bu duruma itiraz edince proje rafa kaldırıldı. Kuzey Irak’ta Kurdistan’ın kurulmasına giden süreç başlatıldı. ABD PKK’ya destek vermeye başladı. Taraflar onbinlerce evladını kaybetti.
Öte yandan, Erdoğan Hükümeti döneminde de bir benzeri el sıkışması yapıldı. ABD Türkiye’ye güvenerek Irak’ın kuzeyinden cephe açmaya çalıştı. Gemilere bindirilmiş onbinlerce Amerikan askeri Akdeniz’de 22 gün bekletildi. Ancak TBBM “Hayır” deyince; ABD bu geri çevrilişin faturası Hükümet’e değil,  TSK’ya çıkartı.
ABD kendisine karşı “ihanet” olarakk nitelediği durumu affedemezdi; ancak harekete geçeceği günü bekledi.
Erdoğan’ın önce Davos’ta “One Mitute” çıkışı, ardından Filistin’e yardıma giden Marmara gemisine el konması ve daha sonra Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütü’nün Rabia işaretiyle halkı selamlaması ve bu işaretin Türkiye’de de kullanılması bardağı taşıran son damla oldu. İsrailLaiklikten uzaklaşıp Araplaştırılmak istenen bir Türkiye’yi hazmedemezdi.
ABD elinin altındaki Gülen Hareketi’ni devreye soktu. Cemaate bağlı savcı ve hakimlerin becerisiyle TSK’nın yöneticilerine karşı saldırı başlatıldı. Gülen Hareketi’nin bunu gerçekleştirirken, ABD’ye karşı oldukça şüpheli ve mesafeli olan Türk Subaylarına aynı savaş esirleri gibi kötü muamele yapıldı. AK Parti iktidarının kendi subaylarına esir muamelesi yapması kamuoyunda prestij kaybetmesine yol açtı.
AK Parti halkın askere karşı güveni zedelenmesini istendi. Ama bu politika aslında Erdoğan’ı destekleyen aydınları ve liberallerden bir kısmının daha AK Parti’den uzaklaşmasına yol açtı.
***
 
Türkiye’yi yönetenler, halkı zamanında bilgilendirmemenin ne kadar pahalıya mal olduğunu Gezi Olayları sırasında öğrendi. Çok daha yumuşak bir üsluple çözülebilecek olaylar “çivi, çiviyi söker” mantığıyla, yani kaba kuvvetle çözüme ulaştırılınca ülkede gerginlik tırmandı.
AK Parti’nin karşısında ciddi bir muhalefetin olmaması, Erdoğan’ınkendinden daha emin olmasına yol açmıştı. Bu durum onun sert mizacı ile birleşince, siyaset gerginleşti. Erdoğan Hümetlerinin yıllardır başarıyla sürdürdükleri politikalar büyük çapta unutuldu. Bu arada iktidara karşı saygı ve çekincesi kalmayan gençler ve bazı militan topluluklar ile CHP arasında bir koalisyon sağlandı.
CHP  iktidara gelebilme hayalini daha önce rüşvet alma iddiasıyla kendi partisinden atılmış Sarıgül’e bağladı. İstanbul düşerse, AK Parti iktidarı da yıkılır, diye düşünmeye başladı. Bu arada Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti CHP’lilerin de sertlik yanlısı seçim propagandaları yapmaları örtüştü.
Sonuçta, hepimizin yakından tanık olduğu bir sürece girildi.
 
***
Efendim yarın seçim yasağı başlıyor. Öbür gün de sandıklara gidiliyor. Amerika ve AB ülkelerinde seçim yarışı iktidara talip olanların rakipleriyle kozlarını TV ekranlarında paylaşmasıyla yapılıyor. Biz ise sağırlar diyaloğu ile seçim yapıyoruz. Bu bağlamda Türkiyeli politikacıların KKTC’deki meslektaşlarından  çok öğreneceği var.
Öte yandan çekilen onca sıkıntılara rağmen en büyük kazanım TSK’nın iç siyasette çekilme girişimlerini elinin tersi ile itmesi oldu.
Seçim sonuçlarına gelince: AK Parti çok kolay alabileceği seçimleri büyük çapta zora soktu. Ama, Türkiye insanının yakın geçmişe kolay kolay dönmek istemeyeceği  ve seçim sonuçlarına saygılı olacağı inancındayım.
Hayırlı, akıl dolu ve barış içinde, kazasız belasız seçimler dileğiyle, saygılarımı sunarım!..