KKTC İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat evvelki gün Limasol’da bir konferansa katıldı. Toplantıyı, “Kıbrıs Teknoloji Üniversitesi ile Çözüm ve Yeniden Birleşme için Vatandaşlar Sivil İnisiyatifi” düzenlemiş. Malum Talat, her zamanki gibi “çözüme katkı koyma” adına gitmiştir herhalde bu toplantıya.
Talat’ın Cumhurbaşkanlığı dönemindeki görüşmeci sıfatı bir yana, “eski Cumhurbaşkanı ve eski görüşmeci” kimliği ile herhalde kabul görülüyor Rum tarafınca ki, onu böyle bir toplantıya çağırmışlar. Bir taraftan Eroğlu-Anastasiadis görüşmesi devam ederken, Talat’ın bu türdeki toplantılara katılması etik olur mu bilmem.
Ne olmuşsa Talat’ın toplantı salonuna girişi ile olmuş. Aşırı Yunan milliyetçisi ELAM grubunun protestocuları, her tarafı allak bullak etmiş, kapıları kırmış, Yunan bayraklarını savurarak sloganlar atılmış, ellerindeki maytapları havaya fırlatmışlar ve Talat’ın korumacısını yaralamışlar.
Tabii ki Rum polisi veya Rum siyasiler böyle bir olayın vuku bulacağını pek beklemiyordu. Polis ve siyasiler olayın farkına varıp, önlem alınıncaya kadar olan olmuş ama Talat da hiçbirşey olmamış gibi konuşmasına devam etmiş. Yani herşeye rağmen “barış” için konuşma. Fanatiklerin fırlattıkları taş veya başka maddeler Talat’a da isabet edebilirdi.
Her ne ise... Yani Sayın Talat’ın başına böyle bir nahoş olayın gelmesi hiç de süpriz değildir. Her an için farklı bir yapı, farklı bir hareket ve farklı çıkışlar beklenebiliyor Rumların belli kesimlerinden. Nitekim boyutu büyük ve üzüntü verici bu olay, herhalde görüşmelere de gölge düşürecektir. Hava gerildi bir kere. Her ne kadar da Anastasiadis Talat’tan özür dilese de, ilerideki süreçte Rum fanatiklerin ne yapacakları belli değil. Biraz da can güvenliği meselesi geliyor gündeme, tıpkı 21 Aralık 1963’te olduğu gibi.
Şimdi bir soru geliyor aklıma!
“Acaba Sayın Talat karşımızdaki Rumların nasıl bir mentaliteye ve nasıl bir yapıya sahip olduğunu, gerçekten idrak etmedi mi?”
Halbuki Talat-Hristofyas görüşmelerinde her zaman dostluk anlayışı içinde bir görüntü verseler de, zaman zaman Rumların uzlaşmazlığına ve zamana oynamasına tepkiler koymuş ve reaksiyonunu göstermişti. İşte o reaksiyonlar için biz de şöyle diyorduk.
“İyi yahu! Nihayet Sayın Talat da karşımızdaki düşmanın ne mal olduğunu anladı.”
Elbette herkes üzülmüştür böyle bir saldırıya. Rum fanatiklerin değişmezliğini görerek, Türk tarafının havada kalan elinin kesinlikle sonuna kadar sıkılmayacağını da anlamak zorundayız.
Lakin Sayın Talat bu durumu değerlendirirken bakınız ne demiş...
“Bu tür aşırı unsurlar her yerde bulunabilir. Ancak Kıbrıs’ta her iki taraftaki aşırı milliyetçilerin de izole edilmesi gerekir. Adada barış kültürü oluşturmalıyız.”
Şayet iki tarafın da fanatiklerini incelersek, hiç de Türk milliyetçilerinin ELAM grubu gibi seviyesizce davranmadığını söyleyebiliriz. Anastasiadis veya Hristofyas kaç kez kuzeye geçti ve dostları ile veya resmi temaslar nedeniyle bizim topraklarımızda oldu, ama tek bir Türk milliyetçiden aktif ve çirkin bir eyleme maruz kalmadı.
Lakin Rum fanatikler, bu türdeki davranışlarıyla sadece Türklere değil, kendi halklarına da zarar verdiklerinin farkında değiller. Savaş hiçbir zaman tasvip edilen bir şey değildir. Savaşın zeminini yine Rumlar oluşturdu, tokadı yeyince de şımarık çocuk gibi ortalığı velveleye boğdu. Özellikle de fanatik Rumlar. Fakat unutulmamalıdır ki, malını ve canını kaybeden insanlar, ister Türk, ister Rum olsun, her zaman bir çıkış yolu aramışlar ve hala arayış içinde hayatlarını sürdürüyorlar. KKTC Mal Tazmin Komisyonu’na başvurup kaybettiği malının bedelini alan Rumlara ne diyecek acaba ELAM? Gidip o insanları vuracaklar mı?
“Kabul etmekle, kabul etmemek” gibi benzer ifadeler çok yakın bir çağrışım verseler de, ikisi arasında tamamen zıt bir anlam vardır. Kıbrıs’ın yaşanmışlıkları ve gerçekleri karşısında hangi fanatik ne yaparsa yapsın, hangi sloganı atarsa atsın, kime hangi nesneyi fırlatıp protesto ederse etsin, kimse şu Kıbrıs gerçeğini ve bölünmüş bir adada fiilen iki develet yapısı olduğunu inkar edemez.
İşte o fanatikler, Türklerin de bütün kurumları ile bir devleti, bir meclisi, bir yargı organı, bir bayrağı olduğunu kabullenemiyor. Kaldı ki Girne Dağları’ndaki iki bayrak, onları çılgına çevirmektedir. Allah razı olsun rahmetlik Denktaş’tan da o bayrakları Beşparmaklar’a çizdirdi ve hala orada Rumlara Kıbrıs gerçeğini görüntüleriyle haykırıyorlar.
Yine düşünüyorum... Ne malum yarın KKTC Üçüncü Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’na görüşmelere giderken başına bir şey atılmayacağı? Ne malum ona silah sıkılmayacağı veya bir el bombası patlatılmayacağı?
İşte o güvensizliktir şu Kıbrıs meselesini sonlandırmayan. İşte o Rum fanatiklerin menfi ve sabit tutumlarıdır Kıbrıs sorununa tıkaç koyan.
Şu karşımızdaki unsurlarla mı barış yapacağız? Hadi canım siz de...