Bir ülkenin seçim zamanı yakalaştı mı, gazetecilerle yayıncılara pek çok malzeme çıkar.  Özellikle çok çetin ve çatışmalı geçen bir genel seçim veya bir yerel seçimde, üç dört türde yazar çıkar ortaya.  Lakin üç dört tür olarak niteleyebileceğimiz gazetecilerden önce, yayınevlerinin siyasi görüş ve düşüncelerine bakmak lazım.
           
Esasında yayınevlerini de sınıflara ayırmak lazım.  Öyle gazete ve yayıncılar vardır ki, her zaman gelip geçen iktidarlarla işi gayet iyi götürürler, yeri geldiğinde de bütün kapıları açarlar.  Yani yalakalığın en daniskasını yaparlar.  O daniskacılığı yapmak için de kendi yazar kadrosunu oluştururlar. 
           
Tabii ki kaliteli ve kişilikli gazete çıkaranlar, özellikle yazı kadrosu ve kendi siyasi yapısı içinde ne eğilir, ne bükülürler.  Yeri geldiğinde halkın ve toplumun çıkarlarına ters düşen hususlarda hükümet aleyhine öyle manşetler atarlar ki, memlekette depremler olur. Bu tür gazetelerin köşe yazarları da sağlam duruşta olur her zaman.  Adeta “başıma ne gelirse gelsin, ben doğruları yazmaya devam edecek ve kamuoyunu aydınlatacağım” dercesine yazılar yazar böyle gazeteciler.

Seçim sürecindeki yazarları sınıflandırmada aklımdan geçen bazı hususları kağıda dökmek istedim, gözlemlediklerim, okuduklarım, kabul ettiklerim ve edemediklerimle.
           
Şu anda Türkiye’de yerel seçimlerin son haftasına girildi.  Televizyonlardan ve gazetelerden izliyoruz seçim konuşmalarını ve miting meydanlarını dolduran kalabalığı.
           
Artık herşey ortaya dökülüyor... Geçmişte yaşananlar, yaşanması muhtemel olanlar.  Tabii ki internet ortamında yapılan propagandalar ve yaygın siyaset yapmanın avantajları da kendini gösteriyor.
           
Yukarıda ifade ettiğim gibi bu süreçte gazeteciler pek çok malzeme ele geçirirler ve o malzemeyi hamur yapıp halkın önüne koyarlar.  Kimileri o hamuru iktidara yaranmak için kullanırlar, kimileri suya sabuna dokunmaksızın, hatta haber niteliğinde yorumsuz haber haline getirirler.  Lakin öyle yürekli gazeteciler vardır ki, adeta hayatını ve geleceğini ortaya koyarcasına zehir zemberek haberler üretirler ve dört elle kaleme sarılırlar.
           
İşte bu süreçte bazı habercilerle köşe yazarları kullandıkları dil uslübu, yazın tarzı ve fikirsel oluşumları ile hemen sivrilip halkın gözüne girerler.  Halkın gözüne girince de aranan yayıncı, haberci veya köşe yazarı oluverirler.
           
Şu anda aklıma FOX TV’de Fatih Portakal geliyor... Veya gelmiş geçmiş iktidarların yolsuzluk veya kabul edilmezliklerini gün ışığına çıkaran ünlü gazeteci Emin Çölaşan.  Bunlara Hürriyet Gazetesi’nin ünlü yazarı ve genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ü de ekleyebiliriz. 
           
Esasında gazetelerin tirajlarını ve televizyonların izlenme payını yükselten böyle kişilikli ve kaliteli yazılar yazan, haber programlarında yürekli yorumlar yapan insanlardır.  Yani esas yayınevinin sahibi bu insanlara ne kadar para verirlerse, onları ödeyemez.  Çünkü yayınevini yayınevi yapan ve akrasında milyonları sürükleyen onlardır.
           
“Kaliteli ve kişilikli yayıncı olmak” öyle hop derkenden olan birşey değildir.  Bu zaman ister, yürek ister, kendini halka ve okura, izleyiciye kabul ettirme ister.  Zaten kendini halka ve okurla izleyiciye kabul ettirdi mi, alır başını gider.
           
Bir de iktidarın gücü olur her zaman.  Hangi dönem olursa olsun, kendi döneminde şayet güçlü ise ve kestiği kestik, biçtiği biçtik bir hava içindeyse, mutlaka böyle güçlü kalemleri yok etmek için bütün silahlarını kullanır.  Bağlı olduğu yayınevine ambargo koyar.  Veya büyük davalar açar, sırf o yayınevini ya kapatmak, ye da güçlü tazminatlarla bütçesini sıfırlamak ve yayın piyasasından silmek için.
           
Bazen küçük çocuklar için bir söz söyleriz...

“Bir çocuğu taşın altına bastırsanız, mutlaka büyüyecektir.  Onun büyümesine ve güçlenmesine kimse engel olamaz.  Çünkü hayatın gerçekleri odur.”

Şu andaki seçim sürecinde iktidarla kendini sürekli eleştiren gazeteci ve yayıncıların arası iyi olmaz.  İktidarın o gücü Demokles’in kılıcı gibi yayıncıların başının üstünde bir tehdit unsuru olarak dursa da, iktidar dereyi geçince indiriverir kılıcını.  Yani o sivrilmiş, sivri dilli, sivri kalemli yazar ve yayıncıların hayatını yok etmek için bütün gücünü kullanır.  İktidar bu türdeki yazar ve yayıncıları bir süre için sindirse de, onlar taşın altına bastırıp büyüyen çocuk gibi büyümeye ve sivrilmeye devam ederler.  Kimse de o kalemin sonunu getiremez.  Yeter ki halk onun arkasında dursun.

Türkiye’deki yerel seçimler sonrasında, hangi yayıncının başı ağrıyacak, doğrusu merak ediyorum.  Acaba Emin Çölaşan’ın başına gelen gelir mi bu yazarların ve yayıncıların başına?

Herhalde hatırlayacaksınız Çölaşan-Turgut Özal kavgalarını.  Çölaşan o kadar etkileyici yazılar yazardı ki, Türk kamuoyu gazeteyi eline aldığında ilk onun yazısını okurdu.  Usta gazeteci siyasilerle olan kavgasını kitaplaştırdığında da büyük bir patlama olurdu kitapta.  Şu anda Çölaşan’ın kaç tane kitabı olduğunu hatırlamıyorum ama, hayli kitap yazmış usta gazeteci.  Şimdi Ertuğrul Özkök yazıyor ve yazmaya da devam ediyor...
Yani söylemek istediğim husus şudur...
Kişilikli gazeteci ile yalaka gazetecileri birbirineden ayırmak lazım.  Benim bir zamanlar bir can dostum vardı.  O her zaman çıkar peşinde koşan ve herkese yalakalık eden insanlar için şöyle derdi:

“Bu türdeki insanlar Ermeni karılarına benzerler.  Hangi erkekle yatarsa yatsın, hep onların uyumlu karıları olurlar.”

Velhasıl seçim süreçlerinde gazeteci ve yayıncı olmak hem zor, hem de zevkli birşeydir.