İnsanları,  kabaca,  yönetenler ve yönetilenler diye iki sınıfa ayırabiliriz. ( ortodoks marxistler, leninistleri, dikkate alarak, kategori de diyebiliriz )
Birinci kategoriye yönetenler girer ki, sanırsınız, anneleri, bunları yönetsinler diye doğurmuş. Hiç de öyle değil oysa, bunlar, yönetici seçilinceye kadar, yönetilenin en hası olarak ömür tüketmişlerdir.
Siz hiç, partisinde, partisi, ister sağcı milliyetci, isterse solcu yurtsever olarak pazarlasın o parti kendini, parti yetkililerine kayıtsız şartsız itaat etmiyenin aday gösterildiğini gördünüz mü, hatırlıyor musunuz böyle bişey.
En itaatkâr yönetilenlerin, parti adına iyi !, sağlam !, yöneticiler olacağını bildikleri için partiler, en iyi, en rahat yönettikleri arasından seçerler yönetici adaylarını.
Parti içinde, en iyi yönetilen imtihanını ( yoksa sınavını mı ), başarı ile geçenlerdir aday olanlar. Yetişip de aday olduktan sonra sayın bay, bayan adayın, kendilerinin de kapı kapı dolaşarak, türlü diller dökerek oy dilenciliği ve ilâveten, en olmayacak vaatleri, bir ayakları havada çatır çatır sıralayarak sergiledikleri performansla, partilerinin devlet katını ele geçirmesine ve dolayısıyla da, kendilerini de seçildikleri andan itibaren yönetici kategorisine zıplatan  seçim öncesinin yönetilenleri YÖNETİCİDİR artık.
Boru değil bu. Seçim öncesinin yönetileni, yönetici olmuştur. Çatır çatır sınıf atlanmıştır.  Lümpen küçük burjuvalıktan, lümpen yönetici küçücük burjuvalığa zıplanmıştır.
Yöneticiler sınıfına atlayan bu aslancıkları tutmak mümkün değildir artık. Seçmenler kategorisinde olmayı demokrasi zanneden yönetilenler, yürü ya seçilen demiştir , diyor, korkarım ki diyecektir önümüzdeki birkaç seçimde daha. Bunlar da yürüyecektir. Küçük dağları yaratmayı bir yana bırakın, büyük dağları, bütün dağları, hatta memleketin olmayan derelerini, göllerini bunlar yaratmıştır. Ve dahi bütün ağaçları, ağaçların yapraklarını, gölgesini, ovaları otları,ekşilice lapsanaları, Elye fasulyesini, Ay İrini karpuzunu, börtü böceği, cırlavık seslerini, okul zillerini, mektep medreseyi, yolları, Girne Mağusa’yı, İskele Güzelyurt’u, Lefke’yi Bağlıköy’ü Ve aklınıza gelen her şeyi bunlar yaratmıştır.
Seçimden önce bir oycuk diye dilendikleri köy ziyaretlerinde artık, salmonella hastalığından tutun da, köylünün bütün sorumlarını şipşak çözerler de yanında da köy gençlerine, örgütçük başkanlığı, arsacık, kuraklık parası , doğrudan gelir, dağıtıverirler.
Doğrudan gelir ve veya kuraklık parasının kimlerin cebinden çıkıp, kimin cebine girdiği kimsenin umurunda değildir hele de bunların.
Gelelim yönetilenler sınıfına.
Bunlar çok sayıdadırlar, sayılamayacak kadar çok sayıdadırlar ki, yönetenler kategorisi bunların sayısının bilinmemesinden çok, ama çok memnun olup, sayılarının gizli kalması için atmadık takla bırakmazlar.
Yönetilenler sınıfı, tarlayı sürer, eker sular, biçer hasat eder de, bütün marifet tarım bakanındaymış, hükümetteymiş gibi şükreder yönetene, tarım bakanına hükümete. Şükran çeker. Bunu o kadar içselleştirmişlerdir ki, ne tarım bakanının ne de hükümetin değişmesi bu yönetenden emin olma halini değiştirmez.
Köylerde böyle de, kasabalarda şehirlerde farklı mı. Değil.
Yönetilenler memnun yönetilmekten, yönetenler bir merhaba dedi mi, yılbaşı bayramlarda bir sms attımı, kendine özel zanneder bütün yönetilenler de zevkten murabaa olur, parti saflarını sıkılaştırır, emret başçavuşum diye hazrola geçen erat misali. Artık o bir bayrakçıdır ve oy verici ki halinden ziyadesiyle mutlu.
Ha bir de yönetilemeyenler vardır. Çok azdırlar. Bir elin parmakları sayısınca belki. O nedenle kategorize edilemezler.
Şunu söylerler hep.
Yöneticiler insanları değil işleri yönetmek içindirler.
Ve… Ve anlamaz kimseye